– MHP Lideri, Gündemi Değerlendirdi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM Grup toplantısında yaptığı açıklamalarda oldukça önemli konulara değindi.
Salgın dolayısıyla, ziyaretçi alınmayan ve sadece milletvekillerinin katıldığı toplantıda, misafirleri ağırlamadıkları için üzgün olduğunu belirten Bahçeli, konuşmasında şu ifadelere yer verdi;
“Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları,
TBMM’nin 27. Dönem 4. Yasama Yılı’nın ilk Grup Toplantısı’nda kavuşmanın ve kucaklaşmanın buruk da olsa sevincini yaşıyoruz.
Buruğuz, çünkü KOVİD-19 salgınından dolayı Grup Toplantımıza katılma arzusu taşıyan misafirlerimizi ne yazık ki ağırlayamıyoruz.
Her ne kadar mücbir ve münferit halden dolayı aynı mekânı paylaşamıyor olsak da, her dava arkadaşımla, her vatandaşımla gönüllerimiz birdir, yüreklerimiz toplu atmaktadır.
Konuşmanın bu aşamasında sizleri hasretle, muhabbetle selamlıyorum.
Ekranları başından, sosyal medya platformlarından, radyo ve diğer görsel ve iletişim vasıtalarından bizleri takip eden milletimin her güzel insanıyla en iyi dileklerimi paylaşıyorum.
Türk-İslam coğrafyalarında varlık mücadelesiyle göz dolduran, çileye ve meşakkate meydan okuyan her kardeşimle iftihar ediyor; halisane ve safiyane duygularla selam ve sevgilerimi sunuyorum.
65 günlük aradan sonra TBMM 1 Ekim 2020 tarihinden itibaren Yeni Yasama Yılı’na başlamıştır.
Bu münasebetle Gazi Meclisi’mizin Yeni Yasama Yılı’nın milletimize, ülkemize, demokrasimize ve muhterem milletvekili arkadaşlarımıza hayırlı olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
İnsanlık çok tehlikeli bir musibetin tahribatı ve tasallutu altındadır.
Bu musibet insandan insana bulaşan, mikroskopla görülebilecek kadar küçük bir virüstür.
Yeni tip Koronavirüs salgını hayatın akışkanlığını bozmanın yanı sıra, siyasetten ekonomiye, ticaretten sosyal ilişkilere, sanattan spora, kısacası pek çok alanda olumsuz tesirlerini göstermektedir.
Artık insanoğlu farklı bir dünya tablosuyla karşı karşıyadır.
Klişe sözler, şablon ifadeler, bildik ezberler bu yeni tabloyu açıklamakta şimdilik aciz kalmaktadır.
Bugüne kadar hiç tecrübe edilmeyen, malum ve mahut hiçbir düşünce ve fikri müktesebatla izah edilemeyen ağır bir yük insanlığın omuzlarındadır.
Vahim hastalığın nerede ve ne zaman bir bedene tutunacağı, nasıl ve hangi sonuçları doğuracağı belirsizliğini hala korumaktadır.
Bize düşen sabır ve soğukkanlılığımızı muhafaza ederek telaşa kapılmamaktır.
Bunun yanında ve mutlaka Sağlık Bakanlığı’mızın ve Bilim Kurulu’muzun hassasiyet ve isabetle tespit ve tavsiye ettiği kurallara aynısıyla riayet etmektir.
Maske takmak, sosyal mesafeye ve temizliğe azami özen göstermek hepimizin ana ve asıl görevi olmalıdır.
Toplumsal alanda tedbirsizlikten ve dikkatsizlikten kaynaklanan ihmaller ölümcül vakalara davetiye çıkarabilecektir.
Hiçbir insanımızın hayatı riske atılmamalıdır.
“Bana bir şey olmaz” pervasızlığıyla hareket edenler virüsün bulaşmasına neden olurlarsa, bu kapsamda ortaya çıkacak vicdani ve insani maliyetlerin altından hayat boyu kalkamayacaklardır.
Dünya, tarifi ve tanımı muhtevalı şekilde henüz yapılamamış bir seyrüseferin içindedir.
Bu seyrüsefer halinin ne getirip ne götüreceğini tam manasıyla öngörmek mümkün değildir.
Salgının ne zaman biteceği, nasıl bir dünyanın kapılarını aralayacağı meçhuldür.
Bizim yapmamız gereken her ihtimalin stratejik bir kavrayışla ve siyasi bir akılla hesaplanıp buna müzahir kararların alınması, etkili adımların atılmasıdır.
Türkiye bu badireyi Allah’ın inayetiyle en az hasarla, en az kayıpla atlatacaktır.
Bugüne kadar yapılanlar bundan sonrası için güven vermektedir.
Sağlık Bakanımız ve donanımlı ekibi hastalıkla mücadele sürecini başarıyla yönetmektedir.
Bilim Kurulu’muz bazı çatlak seslere rağmen meseleye hâkimdir ve bahse konu Kurul’un değerli üyeleri mesleklerinin ehlidir.
İnanıyorum ki, alınan güçlü tedbirlerin tevekkül ahlakıyla aynı potada erimesi virüsün direncini kıracaktır.
Şu hususu özellikle ve önemle belirtmek istiyorum:
Doktorlarımıza, hemşirelerimize, diğer bütün sağlık çalışanlarımıza çok şey borçluyuz.
Habis virüsle kahramanca savaşan kardeşlerimizin hakkını ödeyebilmemiz mümkün değildir.
Doktorlarımız özveriyle çalışmaktadır.
Hemşirelerimiz şifa için çırpınmaktadır.
Hasta bakıcılarımız, diğer çalışanlarımız ateşten gömlek giymişlerdir.
Bunları biliyor, elbette hepsine şükranlarımızı sunuyoruz.
Doktorlarımızı incitecek, motivasyonlarını zedeleyecek, morallerini zayıflatacak bırakınız bir sözümüzün olmasını, bu vefasızlığı düşünecek veya ima edecek bir niyetin kafamızda belirmesi bile söz konu değildir.
Sağlık Bakanlığı’nın verileri üzerinde şüphe uyandırmaya çalışanlar, gerçeklerin saklandığını namertçe ileri sürenler bize göre müfteri korusudur, yalan makineleridir.
Bizim sorunumuz Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’ne yuvalanmış bir avuç Türkiye düşmanıyladır.
Bizim hesabımız teröristlere güzellemeler yapan, ödüller yağdıran, övgüler düzen küçük bir azınlıkladır.
Bu nedenle Türk Tabipleri Birliği kapatılsın diyorum.
Hiç kimse niyet okuyuculuğuna heves etmesin. Öküz altında buzağı aramasın.
Bilhassa CHP Genel Başkanı ve sivri zekâlı CHP’li yöneticiler iftira tezgâhını gitsinler başka kapılarda açsınlar.
Son gelişmelerle sabittir ki, Türk Tabipleri Birliği’nin Başkanlığına kimin seçildiğini, bu şahsın nasıl bir kötü sicile ve maziye sahip olduğunu nihayetinde herkes görmüştür.
Hükümet başarılı bir şekilde Koronayla mücadele ederken, gerçekleri çarpıtanlara, insanüstü gayretleri sulandıranlara, sağlık camiasını zımnen suçlayanlara göz yumamaz, hareketsiz kalamazdık.
Arı kovanına soktuğumuz çomak ne tesadüfi ki, kovan içinde saklanan CHP’ye değmiş, iyisinden kötüsüne kadar diğer bütün siyasi yandaşlara temas etmiştir.
Attığımız bir taşla aynı dalda tüneyen birden fazla kuş havalanmıştır.
Doğruları eğip bükerek bizi doktorlarımızla kutuplaştırmak isteyen Kılıçdaroğlu’na tavsiyem, en iyi yaptığı işte ustalaşması, mesela yeni bir iskambil destesi alarak zilletin diğer ortaklarıyla masaya oturup, birbirlerini hile yaparak ütmeleridir.
Nasılsa bu alanda iddialıdır.
Bizim kâğıda küreğe ayıracak vaktimiz yoktur.
Kılıçdaroğlu’nu uçuk kaçık komiklikler yapmak yerine ciddi ve sorumlu bir siyaset adamı olmaya davet ediyorum.
Olamıyorsa en azından bu tip siyasetçi taklidi yapmasında yarar vardır. Kaldı ki bu konuda hiç kimse eline su dökemeyecektir.
Eğer güldürü işine soyunmak istiyorsa, durmasın ilerlesin, öyleki çadır tiyatrosu alanında önünün açık olduğunu görüyor, kendisine muvaffakiyetler diliyorum.
KOVİD-19’dan dolayı hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tedavi gören vatandaşlarımıza şifalar temenni ediyorum.
Yerli aşı çalışmalarının başarıyla sonuçlanmasını, bu kötü günlerin geride kalmasını ümitle bekliyor, bunu da milletçe başaracağımıza can-ı gönülden inanıyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Şeyh Edebali’nin, Osman Gazi’ye verdiği meşhur öğüdünün bir yerinde şöyle bir ibare vardır:
“Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Dünden bugüne nesiller eliyle, tıpkı bir bayrak gibi ulaşan Türk devlet felsefesinin özü ve esası insan-devlet ilişkisinin kozmik dengesinde tezahür etmektedir.
İnsanı devletten soyutlayan, devleti insandan soğutan bir anlayış bizim ruh kökümüze hem aykırı hem de yabancıdır.
İnsan sevgisi Allah’ın bir lütfudur.
Sevgi olmadan, saygı oluşmadan, samimiyet olgunlaşmadan serdengeçti bir mizaca sahip olmak boşuna gayrettir.
Milliyetçi Hareket Partisi dünyayı ve maziden atiye bir nehir gibi akan hadiseleri Türkçe okurken siyasetinin odak noktasına insanı yerleştirmektedir.
Ufuk çizgisine de milletin huzur ve güvenliğini, birlik ve kardeşliğini koymaktadır.
Bu duruşumuz ilkeli ve tutarlı bir siyaset ahlakının yansımasıdır.
İstiklal için birlik, istikbal için dirlik diyorsak, kazananın da Türkiye olacağını söylüyorsak insandan millete, milletten devlete uzanan ve birbirini tamamlayan fikri halkaları özümüzde cem ettiğimiz içindir.
İnsanımızın canına, insanımızın haysiyetine, insanımızın onuruna kast eden, nefret saçan; dahası milletimizin gelecek özlemlerine engel çıkaran, takoz koyan, hançer sallayan kim varsa bizimle karşı karşıya gelmesi mukadderdir.
Merhum Cemil Meriç aynen bizim düşüncelerimizi şu cümle kalıplarına dökerek ağyarını mani efradını cami bir değerlendirmede bulunmuştur:
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim.”
O duvarları yıkacak muktedir güç Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tir.
Bir çağın vicdanı olan, idraklere vurulan paslı zincirleri kırmak için uğraşan gene Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tir.
Bizim millet anlayışımız, kardeşlik algımız zamanlar üstüdür, kapsayıcı, bütünleştirici ortak bir kültür ve inanç kaynağından, aynı geçmişi paylaşma ve ortak bir geleceğe taşıma hedefinden beslenmektedir.
Azerbaycan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti devlet tanımı itibariyle ayrı olabilir.
Coğrafyalarımız farklı da olabilir.
Ama biz bir millet gövdesinin aynı kolları, iki ayrı koçbaşıyız. Biz Türk milletiyiz.
Ankara ile Bakü, Turan ülküsünün suyu aynı havzada toplanan, kaynağı bir olan iki çağlayanıdır.
Acımız birdir, amacımız birdir, anımız birdir, adımız birdir, mensubiyet sancağımız büyük Türk milletidir.
Karabağ’da akan gözyaşı bizim göz pınarlarımızdan süzülen kahırdır.
Bir zalimin ateşiyle yere damlayan soydaş kanı aynı zamanda hepimizden sızan kandır.
On yıllardır işgal altında inim inim inleyen Dağlık Karabağ ve yedi reyonu; yani Kelbecer, Laçin, Kubatlı, Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan iliklerine kadar Türk’tür, Türk’ün yurdudur, Can Azerbaycan’ın helali hakkıdır.
Soydaşlarımızın derdi derdimiz, hasmı hasmımız, zaferi zaferimizdir.
Bir kere yükselen bayrak bir daha inmeyecek diyorsak, inmeyecektir, indirmeye kalkışan bunun bedelini canıyla ödeyecektir.
Terör devleti olan Ermenistan, 27 Eylül 2020 Pazar sabahı yalnızca Azerbaycan’a değil, Türkiye’ye de saldırmıştır.
Şehit olan soydaşlarımızın cenazesi gıyaben hepimizin evinden çıkmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi insan-millet-devlet-tarih prizmasından gelişmelere baktığında zulme uğrayanın özbeöz kardeşleri olduğunu görmektedir.
Biz iki devlet olsak da yeri gelirse aynı bayrak altında toplanır, Türklüğe kefen biçmeye çalışan ne kadar zalim varsa hepsine karşı aynı sipere gireriz.
Şakamız yoktur, fakat işgalcilerin şakağını sıkacak irademiz hamd olsun vardır, hatta sefer için tetikte beklemektedir.
Ermenistan katil bir devlettir.
Türk milletini düşman olarak bellemiştir.
Bu ilkel ve ilkesiz ülkeye yapılan tembih de bu şekildedir.
Erivan yönetimi maşadır, emperyalizmin Güney Kafkasya’da oynatılan yılanbaşlı kuklasıdır.
AGİT tarafından 1992 yılında kurulan Minsk Grubu Dağlık Karabağ sorununu çözümsüzlüğe havale etmiştir.
ABD, Rusya ve Fransa’nın eşbaşkanlığını yaptığı bu oluşum yıllardır bir arpa boyu mesafe alamamıştır.
Dağlık Karabağ 30 yıldır kanayan bir yaraya dönüşmüştür.
Artık bıçak kemiğe dayanmış, sabır taşı çatlamıştır.
Ermenistan’ın Temmuz ayında stratejik bir bölge olan Tovuz’a yaptığı saldırıların bir yenisi daha uluslararası toplumun gözleri önünde vuku bulmuştur.
Paşinyan isimli Soros uşağını kışkırtanlar, silahlı saldırıya teşvik edenler gün yüzündedir.
Bu Paşinyan isimli kokuşmuşun pişman olacağı günler gelip çatmıştır. Nitekim o gün bugündür.
Cezaevinden yeni çıkan Koçaryan ile Başbakan Paşinyan arasındaki iç siyasi rekabete müdahil olan dış güçler, Ermenistan’ı cinayet devriyesine çıkarmışlardır.
Ancak Erivan’ın melanet emeli, Bakü’deki azamet ve cesaret temeline çarpmış, batıl hesaplar Dağlık Karabağ’a birer birer gömülmeye başlamıştır.
Çaresiz kalıp iyice paçası tutuşan Ermenistan’ın, geçtiğimiz Pazar günü Gence’ye, sonra da Mingeçevir’e ve Terter’e saldırması, buralardaki masumları hedef alması insanlık suçudur, alçaklıktır, şerefsizliktir.
Korkak Ermenistan köşeye sıkıştıkça sivillere musallat olmaktadır.
Cephe hattına 60 km’lik uzaklıkta yer alan Gence kentine ve bunun yanında bazı sivil yerleşim alanlarına fırlatılan roket ve füzeler aralarında çocukların da bulunduğu soydaşlarımızı şehit etmiştir.
Terör devleti Ermenistan bir hafta içinde 30’a yakın sivil insanı katletmiştir.
Ermenistan’ın en iyi bildiği şey mazlumlara kurşun sıkmaktır.
Çocukları öldüren bunlardır.
Kadınları, yaşlıları, savunmasız insanları bombalayan bu rezillerdir.
Hocalı’da 613 soydaşımızın kanını akıtan, bir milyon soydaşımızın evini barkını terk edip yollara düşmesine sebep olan bu canavarlardır.
Ermenistan’ın kime mesaj verdiği, kimin kılıcını salladığı bellidir.
Arkasından duran melun çevrelerin yüz hatları belirgindir.
Azerbaycan’ın bundan sonra işgal edilen topraklarının azatlığını temin etmeden durması bize göre imkânsızdır.
Ya azatlık ya tutsaklık, ya istiklal ya izmihlal, gerçekten başka bir alternatif kalmamıştır.
Dağlık Karabağ’daki yedi reyondan biri olan Cebrail kentinin ve bazı köylerin işgalden kurtarılması kanaatimce muzaffer günlerin habercisidir.
Büyük Mercanlı, Maralyan ve Şeybey gibi kritik yerlerin temizlenmesi umutlarımızı diri tutmaktadır.
Can Azerbaycan durmayacak, zulmün kökünü heyecanla kazıyacaktır.
İhanetin hesabı sorulacaktır.
Kanımızla yanlarındayız.
Varlığımızla arkalarındayız.
Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a geçmesi için duacı ve destekçiyiz.
Bu gelişmeler karşısında, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti’nin Azerbaycan Cumhuriyeti’ne önşartsız katılması bir varoluş namusudur.
Güç birleşmeli, Türk milleti tek yumruk halinde hedefe kilitlenmelidir.
Nahçivan’ın kaderi Bakü’dür.
Aksi halde kudurmuş Ermeni çeteleri buraya da üşüşebilecektir.
Bize göre Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının ateşkes, diyalog, müzakere, diplomasi gibi kandırmacalar yoluyla çözüm teklifleri şu aşamada tuzaktır, tertiptir, yenilgiye onaydır.
Mütecaviz düşmanın beli kırılmadan, askeri başarı siyaseten tasdik edilmeden kurulacak her masa tavizdir.
Ermenistan’ın silahlı çeteleri ya Dağlık Karabağ’dan çekilecekler ya da ezileceklerdir.
Sürekli yerinde sayan, Ermenileri kollayan, işgali kabullendirmeye çalışan icazetli ve ipotekli Minsk Grubu iflas etmiştir.
Cinayetler karşısında miskinleşen Minsk Grubu sessizdir, küresel vicdan suskundur.
Ermeni işgal güçlerinin elebaşı olan bir katil, artık Azerbaycan’ın büyük kentlerinin de hedef olduğunu açıklamıştır.
Çatışma bölgelerinde bozgun yaşayan Ermenistan, İran sınırından içeri sokulan PKK/YPG’li teröristleri de yanına alarak mazlumlara ateş ve ölüm yağdırmaktadır.
Bu barbarlığın döktüğü kanların bedeli damla damla terör devleti Ermenistan’a ve cani ortaklarına ödettirilecektir.
Güney Kafkasya’da çözümün tek yolu, Ermenistan’ın işgal ettiği Türk topraklarından bahanesiz çekilmesi, Dağlık Karabağ’a Azerbaycan bayrağının dikilerek egemenliğinin teyit edilmesidir.
Başka çare yoktur, başka seçenek yoktur, başka çözüm yoktur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, bazı ülke ve uluslararası örgütlerin ateşkes çağrıları boşunadır.
Geçmişte yine aynı Konsey’in Ermenistan işgalinin sona ermesi, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a iade edilmesi hakkındaki kararları ortadadır.
Diğer yandan Macron’un Suriye’den intikal eden 300 cihatçının çatışma bölgesine getirildiğini söylemesi hayal mahsulüdür, şizofrenik bir yalandır.
Macron Türkiye’nin siyasi açıklamalarını not alıyormuş, varsın kanlı kalemiyle not alsın dursun, dileğim sorulacak hesabımızı yazmayı da asla unutmasın.
Üstelik NATO’yu göreve davet ederek Türkiye’den izahat etmesi küstah bir taleptir.
Kurdun boynu kalınsa, kendi işini kendi yaptığından dolayıdır.
Türk milletinin hiç kimseye ihtiyacı yoktur.
Hadi Fransa’nın melun açıklamasını normal karşıladık diyelim, peki bu CHP’ye ne oluyor? Hangi çıkar odakları bu CHP’yi kontrol ediyor? Kimler bu CHP’nin tarlasını sürüyor?
Türkiye’nin Azerbaycan’a silah yardımı yaptığını, milis ya da cihatçı grupları bölgeye aktardığını kaygılı bir üslupla söyleyen CHP’nin Dış Politika Başdanışmanı ve eski Bakü Büyükelçisi’ne ne diyelim?
Bu sefil sefirin sözlerini neye yoralım, nasıl yorumlayalım?
Macron ne diyorsa bunlar servis ediyor.
Ermenistan hangi iftiraları atıyorsa bunlar aynısıyla dile getiriyor.
CHP yönetimine sesleniyorum; bir kez olsun kalbiniz milletle çarpsın, bir kez olsun siyasetiniz soydaşlarımızın sesine ses olsun.
Bu partide genel başkan adayı olmuş bir şahıs da çıkmış, savaşa hayır demiş.
Bu CHP’liler dikiş tutmayan yama gibi, birisi sussa, diğeri açık veriyor; birisi dursa diğeri mayına basıyor.
Ermenistan’ı aklayan ve arkalayan kim varsa, tavsiyem derhal Erivan’a irtica etmesi, hatta silahlanıp kandaşlarıyla birlikte ihanet mevziisinde yerini almasıdır.
CHP Genel Başkanı ya çevresindekilere ayar vermeli, hatta kulaklarını çekmeli, ya da tarafını belli ederek Paşinyan’ı kucaklamak maksadıyla kollarını açıp yeni bir yürüyüşe başlamalıdır.
Zira kendisine, ayrıca 1915 olaylarını sözde soykırım olarak değerlendiren ahlaksız parti yöneticilerine yakışan tam da bu olacaktır.
Ermeni saldırılarında şehit olan soydaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara şifa diliyorum.
Hunhar Ermeni saldırılarını şiddetle kınıyor ve lanetliyorum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Lütfen dikkat buyurunuz, Türkiye’nin etrafı husumet ablukasına alınmıştır.
Ülkemiz, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’a saldırmasıyla birlikte yedi ayrı noktada hedefe koyulmuştur.
Libya’da; Fransa, Rusya ve darbeci Hafter,
Suriye’de; ABD, Rusya, Esad, İran, PKK, YPG ve diğer terör grupları,
Kıbrıs’ta; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, ABD,
Irak’ta; PKK ve diğer mütecaviz güçler,
Afrika’da; bazı körfez ülkeleri ve küresel güçler,
Doğu Akdeniz’de; İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Yunanistan, Fransa olmak üzere Türkiye çoklu bir cephe hattındadır.
Çok şükür bütün muhasım güçler ve mücavir bölgeler dengelenmiş, milli ve müessir irade kuvvetle sergilenmiştir.
Bir bakıma, Azerbaycan-Ermenistan meselesinin odağında Türkiye-Rusya ilişkilerinin değişik coğrafyalarda yeşeren buhranlı süreçleri bulunmaktadır.
Libya ve Suriye bunlar arasındadır.
Ermenistan, ABD ile Rusya arasında derinleşen nüfuz mücadelesinin dekoru ve sahne ülkesidir.
Erivan zincirlidir, rehin altındadır, tasma boğazındadır.
Dağlık Karabağ sorunu esasen, Hazar’dan Ukrayna’ya uzanan, Karadeniz’den Akdeniz’e, hatta Afrika’ya kadar genişleyen coğrafyalardaki jeo-politik, jeo-ekonomik rekabetin merkez üsleri arasındadır.
Bu itibarla, Dağlık Karabağ’daki ağır tabloyu, Doğu Akdeniz’deki komplo ve tahriklerden ayrı değerlendirmek hatadır, son derece mahsurludur.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin tutumu haklıdır, uluslararası hukuka uygundur.
Buna karşılık Yunanistan adeta krizi tırmandırmakla mesul, çözümsüzlüğü kemikleştirmekle meşguldür.
Eylül ayının ikinci haftasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı’nın geçtiğimiz haftaki Yunanistan ziyareti, Girit’te bir savaş gemisinin üzerinden verdiği mesajlar kimin kiminle yürüdüğünün deşifresidir.
ABD ile Yunanistan arasında yeni stratejik işbirliği mimarisinin geliştiğine yönelik iddialar gündemdedir.
Hidrokarbon kaynakları alanında, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail arasında kurulan mekanizmalara ABD de dâhil olmuştur.
Yunanistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır’la kurduğu üç ayaklı işbirliği sistemi bu mekanizmanın bir parçasıdır.
ABD-Yunanistan ortak açıklamasında, Doğu Akdeniz’deki doğalgazın, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Girit üzerinden Avrupa’ya aktarılmasını öngören boru hattı projesine destek verilmesi oldukça düşündürücüdür.
Enerji alanında Türkiye’yi tecrit etmek isteyen ve failleri belli olan kirli bir senaryo tedavüldedir.
Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığımızın korunmasıyla birlikte deniz yetki alanlarının hakkaniyet ölçülerine, uluslararası hukuk ilkelerine, adalet temeline uygun şekilde çözümü kaçınılmaz bir mecburiyettir.
Türkiye hakkından vazgeçmeyecektir.
KKTC’nin hidrokarbon kaynakları üzerindeki eşit hak ve çıkarlarının yok sayılması Akdeniz’i her türlü ihtimale açık hale getirecektir.
Yunanistan’ın bilhassa Navtex’i amaç dışında kullanması, gayri askeri statüdeki adaları silahlandırması ülkemiz açısından milli güvenlik tehdididir.
Atina yönetiminin 3 Ekim 2020’de, atış eğitimleri maksadıyla Türkiye’nin sorumluluk sahasındaki geniş bir alanı kapsayan iki yeni Navtex ilanı çözüm arayışlarını sabote etmektir.
Ülkemiz doğal olarak anında cevap vermiş, aynı alanlar için daha önce ilan edilen Navtex’i yenileyerek misillemede bulunmuştur.
Dün Türkiye’yi ziyarete gelen, iki ülke arasında arabuluculuğa soyunan NATO Genel Sekreteri, öncelikle Yunanistan’ı ikaz etmeli, Brüksel’de yapılması planlanan toplantıdan bize göre kaçan bu ülkenin haksızlığını tescillemelidir.
Türkiye Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını pazarlık konusu yapmayacaktır.
Yunanistan onun bunun tetikçiliğine heves etmekten kaçınmalı, tarihteki mağlup ve kepaze hallere yeniden düşmekten sakınmalı, Türkiye’nin sabrını sınamaktan derhal uzak durmalıdır.
Türk milleti kahramandır, egemenlik haklarını, mavi vatanını, tıpkı Anadolu coğrafyası gibi sonuna kadar savunacaktır.
1 Ekim 2020 tarihinde toplanan AB Zirvesi’nin üstü kapalı tehditleri bizi inancımızdan ve irademizden caydıramayacaktır.
Preveze Deniz Zaferi’yle Türk gölü olan Akdeniz’den Türkiye’yi dışlayacak, geri adım attıracak, başını eğdirecek herhangi bir ülke henüz yeryüzünde yoktur, bundan sonra da olamayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Dış işgal cephesine ilaveten tesis edilen iç işgal cephesi de Türkiye’nin kuyusunu kazmak için seri nifak üretimindedir.
2013 yılında Gezi olaylarıyla denediler. Olmadı.
2014 yılında 6-8 Ekim olaylarıyla denediler. Olmadı.
2015 yılında çukur eylemleriyle, hendek terörüyle denediler. Olmadı.
2016 yılında 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsüyle denediler. Gene olmadı.
Olmayacak, yapamayacaklar, başaramayacaklar, Türk milletine diz çöktüremeyecekler, Türkiye’yi teslim alamayacaklar.
İşgalcilerin karşısına Ağrı Dağı gibi dikilip, alayını birden besmele duymuş şeytana çevireceğiz.
6-8 Ekim olaylarıyla ilgili yürütülen soruşturmanın ucu nereye dayanıyorsa dayansın oraya kadar gidilmeli, 35 ilimizde, 68 ilçemizde halkı sokağa döken, 53 kişinin ölümüne neden olan bölücü alçaklara en ağır ceza verilmelidir.
212 okul binası, 3 bin işyeri, 263 kamu binası, 190 banka, 75 PTT şubesi, 80 siyasi parti binası, 340 sivil otomobil, 216 resmi otomobil, 30 dernek binası 6-8 Ekim istila girişiminde kullanılamaz hale gelmişti.
Kobani bahanesiyle Türkiye’yi yakıp yıkanlara talimat Kandil’den verilmişti.
CHP’nin övdüğü, İP’in değer verdiği terörist Demirtaş bu olayların bir numaralı sorumlusudur.
Hiç kimse demokrasi, insan hakları ve özgürlük paravanının ardına saklanmasın.
Hainleri, destekçilerini, Türkiye’yi bölme ve işgal planı yapan, bunu da piyonlarına talimatlandıran müstevlileri gizleyecek hiçbir kamuflaj, hiçbir maske yoktur, aransa da bulunamayacaktır.
Geçmişte Kobani’ye selam yollayan, dahası Serok olarak anılan eski başbakan yalanı dolanı bıraksın da, hezimetlerini, PKK/YPG’ye zeytin dalı uzatan karanlık ilişki ağlarını açıklasın.
Yüreği varsa Türkiye’nin nasıl bir tuzağın içine çekildiğini, buna da hangi vicdanla duyarsız kaldığını itiraf etsin.
6-8 Ekim isyan projesinin içinde veya dışında, kıyısında veya köşesinde kimin adı geçiyorsa, kimlerin parmak izleri bulunuyorsa bunların yakasından tutulmalıdır.
Gelişmelerin takipçisiyiz, elbette hukuki sürece desteğimizi her şart altında sürdüreceğiz.
Bu vesileyle İçişleri Bakanımızı, polislerimizi, Jandarmamızı, savcısından hâkimine kadar bütün hukuk insanlarımızı ihanetin üstüne kararlıca gitmelerinden dolayı gönülden tebrik ediyor, başarılar diliyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Yeni Yasama Yılı’nda sizlerin sorumlulukları daha fazladır.
Cumhur İttifakı’nın duruşuna ve şuuruna aynen uymanızı, ağız birliği içinde hareketinizi, muhtemel tahriklere karşı sağduyuyla mukabele etmenizi hassaten istiyorum.
Genel Kurul ve Komisyon çalışmalarına istikrar içinde devamınızı ve katılımınızı bekliyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin istiklal ve istikbal güvencesidir. İşimiz çok, görevimiz kutlu, hedeflerimiz büyüktür.
Milliyetçi Hareket Partisi mazlumların sesi, mağdurların ümidi, kardeşliğin ilelebet teminatıdır.
Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de titizlikle, fedakârca, samimiyetle koruyup kollayacağımız millet eserleri, demokrasi emanetleridir.
Bu duygu ve düşüncelerle TBMM’de yapacağınız çalışmalarda üstün başarılar diliyor, sözlerime son verirken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.”