-MHP Lideri, 2023 Yılında Yapılacak Seçimlerden Cumhur İttifakının Zafer ile Çıkacağını Söyledi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada Gündemi ilgilendiren önemli açıklamalar yaptı.
Konuşmasında, Türk Tabipleri Birliği Başkanının Almanya’da katıldığı konferansta yaptığı açıklamaları eleştiren Bahçeli; “Şerefli Türk hekimlerini hariç tutuyorum, Türk düşmanı bir birliğin isminin başında Türk olamaz, Türk yazılamaz. Türk askerine hainlerin ve zalimlerin ağzıyla kimyasal silah çamuru atanları, mesela Türk Tabipleri Birliği Başkanıyla diğerlerinin Türk vatandaşlığından çıkarılması, vatansız ve ülkesiz olmaya mahkum edilmesi akla en yatkın yollardan birisidir.
Türk Tabipleri Birliğinin başkan ve yöneticileri hakkında en ağır cezai işlemlerin tatbik ve temin edilerek, bu birliğin kapısına kilit vurulmasını, doktorlarımızın bu kuruma mecburi üyelik şartlarının kaldırılarak özgürleşmelerini tarihi önemde addediyorum.” Dedi.
Muhalefet partilerinden oluşan ittifakı “zillet” olarak niteleyen Bahçeli; “Zillet ittifakını oluşturan partiler arasındaki görüş ayrılıkları rekabeti kızıştırıyor, aynı şekilde sinir harbini kamçılıyor.
Doğmayan oğul, bitmeyecek tarlaya nasıl buğday ekiyorsa, zillet partileri de susuz vadide küreksiz tekneyle mesafe almaya çalışıyor.
Buna da uyum diyorlar, bunu da aynı şeyleri düşünmek şeklinde formüle ediyorlar. İttifak ortakları arasında aldatma ve ayak oyunları alıp başını gidiyor. Madenli tepede ot bitirmeye çalışıyorlar.Meşe gibi dikilmek yerine, kavak gibi eğilmekten medet umuyorlar.” Diye konuştu.
MHP Lideri konuşmasında şu ifadelere yer verdi;
“Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis Grup Toplantımız vesilesiyle yapacağım konuşmaya geçmeden evvel hepinizi muhabbetle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından, radyo kanallarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyorum.
İnsanlık tarihini genel hatlarıyla incelediğimizde, mücadele ve muharebelerin ortaya çıktığı anda değil, bilhassa planlama ve hazırlık aşamasında kazanıldığı görülecektir.
Hazırlığın yoğun olması kadar hedefin de doğru konulması lazımdır.
Bu da yetmez, haysiyet ve hayatiyet mücadelesinin her cephesinde haklı olmak, haktan yana durmak, halka hizmetle dolup taşmak kuşkusuz mühim bir husustur.
Yığınakta yapılacak bir hatanın sonuca negatif etkisi her zaman başlangıçtaki cesametinden çok daha fazla olacaktır.
Stratejik çelişkilerin taktik müdahalelerle telafi edilemeyeceği, tıpkı birisi düşünce diğerlerini de düşüren domino taşları gibi, zaaf ve zayıflıkları teker teker ortaya dökeceği unutulmamalıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak stratejik koordinatlarını belirlediğimiz hedefleri insan, zaman ve mekân çerçevesinde isabet, ihtiyat ve itinayla tayin ve tespit kabiliyeti gösterdik, buna da aynen devam ediyoruz.
Siyasi mücadelede, muhalefet partilerine göre bir adım önde olmamızın esası ve sırrı burada aranmalıdır.
Gündeme hâkim olmanın yanında, gelişmeleri hakşinas bir olgunlukla, hakiki bir fikir mukavemetiyle, hakkaniyete saygılı bir üslupla ele almak bizim için her zaman önemli ve öncelikli bir gayedir.
Hiçbir zaman çorak yere tohum ekmedik.
Hiçbir zaman çuvalın ağzı dururken dibini açmadık.
Hiçbir zaman da gölün kenarına kuyu kazmadık.
Öteden beri, siyasetin doğruluğu kadar zamanın da doğru olması gerektiğine yaptığımız vurgunun özü doğrusunu isterseniz bu değerlendirmelerimde saklıdır.
İlkelerimizden ödün vermedik, irademizden şaşmadık.
Tutarlığımızdan caymadık, irfanımızdan sapmadık.
Birileri gibi ülkü ve ülke sevdamızı asla ve kat’a bahis konusu yapmadık, siyasi müzayedeye bırakmadık, pazarlık malzemesi görecek kadar alçalmadık, ufalmadık, ufalanmadık.
Biz milletimizin uğruna varlığımızı adadık
Bir doğrunun imanının, bin eğriyi düzelteceğine inandık.
Ezbere bir hayatın izini takip etmedik.
Eskiyle yeninin arasına sıkışıp kalmadık.
Fildişi kulelerde milliyetçilik taslamadık.
Milletimizle iç içe olduk, milletimizle aynı hizada durduk, hülasa millet biziz dedik.
Siyasi muhitler arası sürekli göçenlerle, çıkarlarının gemiyle yön değiştirenlerle ne işimiz olmuş, ne de ilişkimiz olacaktır.
Biz bakacak yüze basmayız, bastığımız yüze de asla bakmayız.
Buz üstüne bina yapıp içine girenler, ilk güneşte batacaklarını peşinen hesap etmelidir.
Terazisi çamurdan olanların dirhemi kumdandır.
İnancı sahte olanların iradesi kumandalıdır.
Nasıl ki, bir topal pire bir gecede yedi yastık dolaşırsa, siyasi devşirmeler de hiç ara vermeksizin buradan oraya savrulup duracaklardır.
Kendi evindeki dolu testiyi, kendi evindeki bol tepsiyi görmeyip, başkasının avucundan damla damla su içmeye kalkanların, lokma lokma ekmek yemeye çalışanların ne kandığı, ne de doyduğu görülmüş, duyulmuş şey değildir.
Çam dalından ağıl olmayacağına göre, biliniz ki bu tiplerden de adam olmaz, olmayacaktır.
Biz milletimize nasıl hizmet edeceğimizin amacıyla yoğruluyoruz.
Biz lider ülke Türkiye’yi inşa, imar ve ihyanın peşindeyiz.
Hiç kimse kusura bakmasın, küçülmüş siyasetçilerin küçük hesaplarına kafa yoracak değiliz.
Dertli olanın dertten anlayacağını, eğri olanın da yoldan kayacağını biliyor ve buna inanıyoruz.
Çok şükür meydanlardan taşıyoruz, her gittiğimiz yerde hüsnü kabul görüyor, destek topluyor, milletimizin emsalsiz takdir ve teveccühüyle gücümüze güç katıyoruz.
Hiç aklınızdan çıkarmayınız ki, çalışan dağları aşacak, çalışmayan yolları şaşacaktır.
Biz sıra dağları birer birer aşmaya azmettik, bariyerleri yıkmaya söz verdik, kazanmaya da yemin ettik.
2023 yılında, 1923 yılının ilkelerini kesintiye uğratmayacağız.
2023 yılında, 1923 yılının ruh ve mirasını yağmalatmayacağız.
2023 yılında, 1923 yılının eser ve emanetlerini yıktırmayacağız.
Batan kayık gibi yan giden zillet taifesine Türkiye’yi rehin bırakmayacağız.
Emek veriyoruz, çaba gösteriyoruz, zaman ayırıyoruz, sürekli faal halde bulunuyoruz, bin defa helal olsun, yeter ki cumhur kazansın, yeter ki Cumhuriyet’in önü açılsın, yeter ki Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha Cumhurbaşkanımız olsun.
Geldiğimiz yer belli, durduğumuz yer bellidir.
Tarafımız belli, tahayyülümüz bellidir.
Ve bizim adayımız belli, kararımız nettir.
Geçtiğimiz hafta sonu Manisa Açık Hava Toplantımız yine dost sevindirmiş, düşman çatlatmıştır.
Geliyor gelmekte olan diyorlar ya, asıl gelenin Cumhur İttifakı, asıl gelmekte olanın Milliyetçi Hareket Partisi olduğunu ne görüyorlar, ne de göstermeye ciğerleri yetiyor.
Sivas’tan Bursa’ya, Kayseri’den Erzurum’a, Konya’da Manisa’ya kadar vatan evlatları birleşmiş, kenetlenmiş, çok şükür kafileler eşliğinde gelmeye başlamıştır.
Biz yürüdükçe dağılıyorlar, biz yükseldikçe kaçışıyorlar.
Üç kuruşa beş köfte sırasına giren süfli zihniyetler boşuna nefes tüketmesin, bizim bölünecek vatanımız yoktur, bizim inecek bayrağımız yoktur, bizim susacak ezanımız yoktur, bizim zillete düşecek ülkemiz yoktur.
Yarınlar bugünden çok daha güzel olacaktır.
Türkiye’nin yolu da, bahtı da ardına kadar açıktır.
Karamsarlarla işimiz yoktur.
Ümit çeşmesi kurumuş olanlarla irtibatımız yoktur.
Gücümüz Türkiye, güvencemiz büyük Türk milletidir.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket sağlı sollu tahriklere, kara kampanyalara, yalan haberlere, yalancıların oyunlarına hem kapalı, hem de karşıdır.
Algı operasyonları bizi yolumuzdan döndüremeyecektir.
Allah’a şükürler olsun ki, açık hava toplantılarımız başarıyla geçmiştir.
Bu demokratik süreç, vatandaşlarımızla buluşma ve kucaklaşma gayretimiz seçim gününe kadar artarak devam edecektir.
Meydanların dili cumhurun zaferini muştulamaktadır.
Meydanların sesi Türkiye’nin yükseliş umutlarına tercümanlık yapmaktadır.
Buradan Milliyetçi Hareket Partisi’nin fedakar ve vefakar teşkilatlarına, asil dava arkadaşlarıma, milletimin her güzel insanına, siz değerli milletvekillerimize gönülden teşekkürü bir vefa borcu kabul ediyorum.
Allah hepsinden, hepinizden razı olsun diyorum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Aşağı yukarı 1,5 yıldır zillet ittifakının Cumhurbaşkanı adayının hüviyeti üzerinde papatya falları açılıp çekilişler yapılıyor.
Aday o mu olacak, bu mu olacak sorusuna cevap aranıyor.
Sistematik bir propaganda sürekli tedavülde tutuluyor.
Ismarlama anketler yayımlanıyor, isimler parlatılıyor.
Zillet ittifakını oluşturan partiler arasındaki görüş ayrılıkları rekabeti kızıştırıyor, aynı şekilde sinir harbini kamçılıyor.
Doğmayan oğul, bitmeyecek tarlaya nasıl buğday ekiyorsa, zillet partileri de susuz vadide küreksiz tekneyle mesafe almaya çalışıyor.
Buna da uyum diyorlar, bunu da aynı şeyleri düşünmek şeklinde formüle ediyorlar.
İttifak ortakları arasında aldatma ve ayak oyunları alıp başını gidiyor.
Madenli tepede ot bitirmeye çalışıyorlar.
Meşe gibi dikilmek yerine, kavak gibi eğilmekten medet umuyorlar.
Yabancı ülkelerde Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı yüzleri kızarmadan, vicdanları sızlamadan, kalpleri teklemeden şikayet sırasına giriyorlar.
Televizyon ekranlarına baktığınızda, neredeyse her akşam üç-beş sabitleşmiş sabit fikirli sözde uzman yorumcu ve kerameti kendinden menkul akademisyenler bağıra çağıra zillet ittifakının Cumhurbaşkanı adayı üzerinde toto oynuyorlar.
Öyle isimler servis ediliyor ki, öyle isimler ortaya atılıyor ki, bu girişimin bir tertip olduğu her açıdan belli oluyor.
Halbuki Cumhur İttifakı’nın adayı belli, kararı nettir.
Bir kafa karışıklığı yaşamamız söz konusu değildir.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, tecrübesiyle, birikimiyle ve devlet adamlığı vasfıyla gündeme taşınan isimlerle mukayesesi her şeyden önce izanın ve insafın ayaklar altına alınmasıdır.
Dahası bilinçli bir kampanya mucibince hiçbir karşılığı olmayan silik ve sipariş isimlerle tartılması, hatta gıyaben yarıştırılması en başından itibaren mutlak butlanla batıldır.
Ankara’yı yavaşlatması yetmiyormuş gibi, Türkiye’nin hızını da yavaşlatmak için pusuya yatanların umut olarak takdimi hangi akla, hangi mantığa, hangi makuliyete hizmettir?
İstanbul’u mahvı perişan eden aciz, acul, arızalı, aidiyet ve ahlaki sancıları olan başarısız şahsın devamlı ön plana çıkarılması kimin telkini, kimlerin tembihidir?
“Kadından imam olmaz, ben başbakan olacağım” diyen malum siyasetçinin, doğrudan değil de yancıları aracılığıyla Cumhurbaşkanı adaylığı için yeniden kulisleri kaynatması fırsatçılık değil midir? Altılı masada fesat çıkarmak şeklinde okunmayacak mıdır?
Bunların hangisi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la bir tutulabilir?
Bunları hangisi Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığına layık olabilir?
Pazarsız dükkan açanlar, parasız akşam ederler.
Paslı tenekeden kova yapmak için çırpınanlar sadece kulakları tırmalayan gürültü çıkarırlar.
Sayın Cumhurbaşkanımızı ve 2023’te Cumhurbaşkanı adayımızı sorunlu isimlerle eş tutmak, onlarla yarıştırmaya niyet etmek bir defa klasik bir FETÖ yöntemidir.
Nitekim bunun bir başka adı da yenemeyeceksen yıprat taktiğidir.
Gözümüzden kaçtı sanılmasın, zillet ittifakının muhtemel Cumhurbaşkanı adayı etrafında biriken tartışmaları ilk olarak dış güçler kışkırtmaktadır.
İkinci olarak söz konusu tartışmanın ateşini PKK, FETÖ ve bölücü odaklar körüklemektedir.
Üçüncü olarak da ülke içine yuvalanmış menfaat ve müstevli kalıntıları bu tartışmayı diri tutmaktadır.
Kılıçdaroğlu Sivas’ta yerel bir televizyon kanalına çıkarak vatandaşlarımızın şunları düşünüp söylemelerini istemiş: “Bir de şu Kılıçdaroğlu’nu deneyelim, nasıl bir adam bir görelim. Verdiği sözün arkasında durur mu durmaz mı bir görelim.”
Tevek dikmeden kabak büyütmeye çalışan bir insan günün sonunda nasıl bir hayal kırıklığı yaşıyorsa, emellerinin ve hedeflerinin bilinmediğini, kendisinin de tanınmadığını zanneden Kılıçdaroğlu aynı derecede hayal kırıklığına mahkum olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı, yapboz tahtası, deneme yanılma sahası değildir.
Cumhurbaşkanlığı, staj yapma yeri, acemi eğitim alanı değildir.
Cumhurbaşkanlığı, yalvarmayla, yakarmayla, sızlanmayla, el avuç açmayla oturulacak bir makam değildir.
Cumhurbaşkanlığı, cumhurun irade külliyesi, itibar kubbesi, iffet, iddia ve ifade köşküdür.
Cumhurbaşkanını seçen millettir, bu milletin adı da Türk milletidir.
Sayın Kılıçdaroğlu hiç durma, boş hayallerinin peşinde koşmaktan vazgeçme, 2023’te yorulacak, geri dönmemek üzere dinlenmeye çekileceksin.
Kılıçdaroğlu, nasıl bir adam olduğunun görülmesini istiyormuş.
Arife tarif gerekir mi? Bilinen bir gerçeği tekrar duymaya ihtiyaç olur mu? Uçan kuştan haber sorulur mu? Balsız kovanda arı durur mu? Usta hırsıza kapı dayanır mı? Diyeceğim odur ki, Türkiye’nin karşısına dikilen bir şahsa adam denilir mi?
Kılıçdaroğlu açık açık adayım diyemiyor veya adayını ilan edemiyor.
Zillet ittifakının ortak Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı belirsizliğini ısrarla koruyor.
Sayın Kılıçdaroğlu, iki de bir meydan okuyacağına, cesaretin varsa milletimizin huzuruna çık da adaylığını ilan et, adayım diyerek kararını zikret.
Açıkla da Türk milleti seni tartıya alsın, bakalım kilon kaçmış, ederin neymiş, çapın nasılmış.
Kılıçdaroğlu, Sivas’ta başörtüsünü ben çözdüm demiş.
Madem bu sorun çözüldü, peki neden kanuni düzenlemeye ihtiyaç duydun?
Bu istismara neden heves ettin?
Maksadın neydi, nereye ulaşmayı istedin?
İşte sana bir fırsat, işte sana bir çıkış, işte sana kalıcı bir çözüm, başörtüsünü anayasal güvenceye haydi buyur birlikte kavuşturalım.
Bu meseleyi beraberce ele alalım.
Anayasa’nın 24 ile 41’inci maddelerini hep birlikte değiştirelim.
Sayın Kılıçdaroğlu, dürüstsen, iyi niyetliysen, başörtüsü üzerinden siyasi rant devşirmeyi aklından geçirmiyorsan merdane gibi dönmeyi bırak, işte sana demokrasi meydanı, gel burada duruş göstermeye bak.
Bir demet gülün, bir harman ottan iyi olacağını da asla unutma.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, bunu da aklından çıkarma.
Değerli Arkadaşlarım,
Terörle mücadelemizi karalamak ve kundaklamak isteyen iç ve dış işgal cephesi her seferinde yalan ve iftirayla bezenmiş iddialarla karşımıza çıkmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin kimyasal silah kullandığını şerefsizce dillendirenlere aldanacak ve kanacak hiç kimse yoktur.
Irak ve Suriye’de benzeri karanlık algı oyunlarının görüldüğü, işgal için bahaneler oluşturulduğu bilinen bir geçektir.
Türkiye’den bir Irak, bir Suriye çıkarmak için ortam yoklayanlar sömürge piyonlarıdır, mahcup ve mağlup olmaları da kaçınılmaz bir akıbettir.
CHP’li bir milletvekilinden HDP’lilere, terörist Demirtaş’tan Türk Tabipleri Birliği Başkanı’na kadar düşman safında toplananlar, terörün değirmenine su taşıyanlar açıktadır, hepsi de alçaktır.
İP Başkanı’nın Türk Tabipleri Birliği’ne övgüleri, bizi de suçlayan sözleri hala hafızalarımızda olup, en son dehşet verici iftiraya ne diyeceği, nasıl bir yorum getireceği pek tabii merak konusudur.
Herkesi uyarıyorum, Türk askerine düşmanlık, düşmana askerliktir.
Teröristlere basamak olanlar, sözcülük yapanlar su katılmamış teröristtir.
Türk askerine aslı astarı olmayan suçlamalar da bulunanlar terörizme beşinci kol faaliyeti yapan kansızlardır.
23 Ekim 2022 tarihinde, Almanya’nın Köln kentinde, Dayanışmanın Sesi Derneği isimli husumet oluşumu tarafından düzenlenen konferansta PKK-FETÖ ve yeminli Türkiye düşmanları yine sahneye çıkmışlardır.
Türk Tabipleri Birliği Başkanı da bu Konferans’ta, terör örgütleriyle iltisaklı oldukları gerekçesiyle hapis cezası alanların hak ihlaline uğradığını ileri sürmüş, kimyasal silah yalanının ardında olduğunu dile getirmiştir.
Şerefli Türk hekimlerini hariç tutuyorum, Türk Tabipleri Birliği’nin başkan ve yöneticileri hakkında en ağır cezai işlemlerin tatbik ve temin edilerek, bu birliğin kapısına kilit vurulmasını, doktorlarımızın bu kuruma mecburi üyelik şartlarının kaldırılarak özgürleşmelerini tarihi önemde addediyorum.
Türk düşmanı bir birliğin isminin başında Türk olamaz, Türk yazılamaz.
Türk askerine hainlerin ve zalimlerin ağzıyla kimyasal silah çamuru atanları, mesela Türk Tabipleri Birliği Başkanı’yla diğerlerinin Türk vatandaşlığından çıkarılması, vatansız ve ülkesiz olmaya mahkum edilmesi akla en yatkın yollardan birisidir.
Zira tahammülümüz bitmiş, sabır taşımız çatlamıştır.
Türk Tabipleri Birliği’nin tıpla, hekimlikle, sağlıkla uzaktan yakından ilgisi kalmamıştır.
Bunların tahrikleri çizmeyi aşmıştır.
Zillet ittifakının dış bağlantılı senaryoları, FETÖ’nün kumpasları, PKK’nın ve bölücü mihrakların iftiraları devam ederken, Danıştay 5’inci Dairesi’nin FETÖ’den ihraç edilen 178 hakimi görevlerine iade kararı, üstelik faiz ilaveli tazminata hükmetmesi yenilir yutulur şey değildir.
Bu kararı milletimize hakaret sayıyoruz.
Türkiye’nin kafese sokulmak için tuzak kurulduğunu apaçık şekilde görüyoruz.
15 Temmuz’un rövanşını almak için müsait zaman kollayanlara boyun eğemeyiz, hoşgörü gösteremeyiz, 251 şehidimizin kemiklerini sızlatamayız.
Herkes aklını başına alsın, Türkiye’nin istiklali ve istikbalini gerekirse can pahasına sonuna kadar müdafaa eder, bedeli neyse de seve seve katlanmasını biliriz.
Değerli Arkadaşlarım,
Tarih, beşeri tecrübenin verimli bir laboratuvarı, çağlar ve zamanlar arasında yapılan mukayeselerin ana yatağı, gelecek planlamalarının kilit taşıdır.
Sosyal olaylarla siyasal müesseselerin insan hayatını aşan bir geçmişleri vardır ve etkileyici gerçekleri varittir.
İnsanın ufuk derinliği kazanabilmesinin, hatta ufuk ötesini görebilmesinin kalitesi şahsi tecrübe sınırlarını aşıp daha geriye gitmesine bağlıdır.
Merhum Hocamız Prof. Dr. Erol Güngör’e kulak verirsek, bir şeyin izahını yapmak, her şeyden önce onun tarihine bakmak demektir.
Yine Güngör Hocamıza göre, milli devletler “Milli tarih şuuru” üzerine kurulmuştur.
Tarih şuuru ise tarihin akışı hakkında belli bir görüş sahibi olmak, tarih olaylarını manalı bir bütün içindeki parçalar halinde görmektir.
Bu sayede arkamızda sonsuz bir geçmişin bulunduğunu, önümüzde de sonsuz bir geleceğin durduğunu kavrar, kararlarımızı buna müzahir şekilde oluştururuz.
Türk milliyetçileri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tutarlı ve tafsilatlı bir tarih şuuruyla bakıyor, bu şekilde yorumluyoruz.
Maziye önem vermemiz, özlem ve hürmet duymamız, bugüne yönelik bir memnuniyetsizlik hali veya bir mahrumiyet halsizliği olarak okunmamalıdır.
Tarihimizin görkemi her milletperver, her vatansever için gıpta edilecek bir gurur kaynağıdır.
Gerçekçi olmak lazım gelirse, biz saadeti geçmişimizin sayfalarında değil, onu her seviyede geçme başarısı göstermiş bir istikbal yükselişinde görüyor ve değerlendiriyoruz.
Ancak geçmiş bazen geleceği perdeleyecek kadar gözlerimizi kamaştırabilir, hatta gerçeklerden kopartabilir.
Bu durum bir hamaset çıkmazıdır.
Unutmayalım ki, zaman tünelinden geçip bugüne ulaşan, hatta karmaşıklaşıp yeni boyutlar kazanan her neviden sorunu dünün ilhamıyla, bugünün imkânlarıyla çözmekten başka seçeneğimiz yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarını şuurla idrak edemeyenler için hataya düşmek, çelişkide bocalamak, değişime ve gelişime direnç göstermek kaçınılmazdır.
Bizim tarih anlayışımız devrevi, coğrafya algımız dönemsel değildir.
Tarih ve coğrafyaya baktığımızda gördüğümüz dağınık parçalardan, birbirinden kopuk paydalardan müteşekkil bir yapı da değildir.
Tarih birdir ve bütündür, adı da Türk tarihidir.
Coğrafya birdir ve bellidir, adı da Türk vatanıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, binlerce yıllık Türk tarihinin ana güzergâhından kategorik bir kopuş, kesif bir ayrılış, keskin bir sapış olarak görülemeyecek, asla gösterilemeyecektir.
Yani Cumhuriyet şerefli geçmişimizin bir antitezi değildir.
Cumhuriyet’in Türk kültürüne, Türk diline, düşünme setlerimize zarar verdiğini iddia edenler talihsiz, tarifsiz ve temelsiz bir yanlışın pençesindedir.
Önyargıların hükmüyle, ideolojik katılıklarla Cumhuriyet’in anlaşılması ve anlatılması mümkün değildir.
Bugünkü Türkçe’mizle düşünce oluşturamayacağımızı söylemek gerçekleri çarpıtmaktır, nesnel gelişmelere aykırıdır, dilimizi karalamaktır, nihayetinde özgüven eksikliğidir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 14 Ekim 1925’te İzmir’de yaptığı konuşmasında, Cumhuriyet’in milletin kendi istek ve arzusu ile oluştuğunu söylemişti.
Hatta Samsun’dan Sadarete gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda, “Millet, millî hakimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunun için çalışacaktır.” demek suretiyle milli iradeye dayanarak milletin kaderini çizmişti.
Samsun’dan sonra Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyerek, vilayetlere ve kolordu kumandanlarına gönderdiği meşhur Amasya Genelgesi’nde Türk yurdunun, Türk istiklâlinin kurtarılması yolundaki parolayı şu şekilde dile getirmişti:
“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet fikrini ta Milli Mücadele yıllarına kadar bir sır gibi vicdanında taşımıştı.
Erzurum Kongresi’nin toplanmasından önce, Mazhar Müfit Kansu’nun, ileride kurulmasını düşündüğü hükümet biçiminin ne olacağı sorusuna şu cevabı vermişti: “Açıkça söyleyeyim, hükümet biçimi zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır.”
İşte beklenen o zaman 99 yıl önce gelmiş, 28 Ekim 1923'te Çankaya Köşkü'nde milletvekilleri ve yakın arkadaşlarının bulunduğu yemek masasında; "Efendiler! Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz" diyerek kurtuluşun eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuvveden fiile çıkarmıştı.
Cumhuriyet, Türk milletinin bağımsızlık onurudur.
Bir başka ifadeyle Cumhuriyet, demokrasinin en gelişmiş halidir.
Ve Cumhuriyet, milletin üstünde hiçbir otorite veya makam tanımayan, dayandığı esas milli egemenlik olan fazilet demektir.
Hüküm milletindir, hükümet millettir.
Türkiye Cumhuriyeti, nice fedakârlıkların, nice mücadelelerin, nice kahramanlıkların mecmuudur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu gerçeği şöyle ifade etmişti:
“Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmaya hazırız.”
Her karış toprağıyla bölünmez bütün olan Türkiye Cumhuriyeti; Edirne’den Kars’a, İzmir’den Hakkari’ye, Sinop’tan Hatay’a devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin, her bir insanımızın ortak iradesi, ortak sevdası, ortak değeridir.
Cumhuriyet, Milli Mücadele’nin taçlanmış, milli gönüllerde taht kurmuş halidir.
Şehit ve gazilerimizin bedelini çok ağır ödediği kahramanlık beratıdır.
Türkiye Cumhuriyeti; duymasını bilene ses, almasını bilene nefes, gitmesini bilene hedef, sevmesini bilene yürek, savaşmasını bilene ebedi zaferdir.
Cumhuriyet’in 100’üncü senesine bir yıl kala, Türkiye’nin yükseliş çabası her türlü engellemeye rağmen kararlılıkla devam etmektedir.
Cumhur İttifakı vatan ve millet sevdasıyla yedi düvele direnmektedir.
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, istikbali hür Türk milleti, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne toz kondurmama amacındadır.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin muharrik ve muhkem vasfıyla Türkiye Cumhuriyeti prangalarını kırmış, kronik sorunlarına neşter vurmuştur.
Cumhur ile Cumhuriyet ayrılmamak üzere kucaklaşmıştır.
Geçmiş ile gelecek, ülke ile ülkü, tarih ile coğrafya, akıl ile duygu, duruş ile yükseliş birleşmiş, bütünleşmiş, kenetlenmiştir.
Devlete hakim olan güç ve yetki kargaşası sonlanmıştır.
Onun bunun kirli senaryolarına boyun eğen değil gerekirse boyun eğdiren, yeri gelirse kafa tutan bir kudret sivrilmiş, bir kuvvet serpilmiştir.
Yönetim sistemimizdeki reform Türkiye’nin önünü açmıştır.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümüne giden süreçte sistemsel aksaklıklar telafi edilmiş, devlet yönetimindeki zaaflar demokratik vasıtalarla giderilmiştir.
Türk milletinin karakterine ve tarihi müktesebatına en uygun idare şekli olan Cumhuriyet, en az bu kadar milletimizin ruh kökünü yansıtan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle iyice güçlenmiş, sağlam ve sağlıklı bir bünyeye kavuşmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin daha mesut, daha muasır, daha müreffeh olmasının önünde hiçbir pürüz kalmamıştır.
Öncelikli stratejik hedefimiz Cumhur İttifakı’nın devamıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bütün kurum ve kurallarıyla oturması, devlet ve toplum hayatına kök salarak olgunlaşmasıdır.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem amaçlayanların ne hallere düştükleri, nasıl bir tenakuz ve tutarsızlığın içine yuvarlandıkları ortadadır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne mesnetsiz eleştiri getirenlerin iddiaları çürük, ithamları güdük, isnatları düşüktür.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme dönüş emeli taşıyanlar, önce kendilerine çeki düzen vermeli, öncelikle alev alan çatılarını söndürmenin arayışında olmalıdır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Parlamenter Sistemle mündemiç kriz damarını kesip atmıştır.
Hastalık tedavi edilmiştir.
Bu damara bağlananların, bununla birlikte eski alışkanlıklardan kurtulamayanların hala birbirlerine nasıl tuzak kurdukları, nasıl taarruz ettikleri malumdur, tüm çıplaklığıyla bilinmektedir.
Kriz severlerin, kavgadan ve kutuplaşmadan beslenenlerin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem arayışları doğal ve normaldir.
Çünkü bu tip siyaset anlayışlarının gıdası cepheleşmedir, kaldı ki Cumhur İttifakı karşısında tutunma ihtimalleri olmadığı gibi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne uyum sağlamaları da eşyanın tabiatına bütünüyle aykırıdır.
Türk milleti kimin kime hangi yalanları fısıldadığını açıkça görmekte, lazım gelen notlarını sandık vaktinde değerlendirmek üzere almaktadır.
Zillete düşenlerin birbirini yemeleri, birbirlerini kötüleyip uluorta ele vermeleri bir siyaset değil, kaotik ve hazin bir çarpıklığın özetidir.
Milletimizin istediği kaos ve kriz değil; refahtır, huzurdur, sükûnettir, zenginleşmedir, büyümedir, gelişmedir, güvenliktir, birlik ve beraberliktir.
Kulislerin ve hiziplerin partisi olan ne CHP, terörün yedeği ve teröristlerin siyasi yeleği olan ne HDP, ne de karanlık bir projeden mütevellit olan İP aziz Türk milletine bir gelecek vaat edemeyecektir.
Aziz Atatürk’ün en büyük eserim dediği Cumhuriyet ilelebet yaşayacak, nesilden nesile taşınıp yaşatılacaktır.
Bu eser istiklalimizin muhafızı, Türk tarihinin geleceğe uzanan var oluş sancağıdır.
Sancak inmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti incitilmeyecektir.
Hesap hatası yapanlar dökülen şehit kanlarını unutmasınlar.
Hıyanete yakasını kaptıranlar Türk milletinin muazzam ruhunu hatırlarından çıkarmasınlar.
Yerli ve yabancı husumet cephesine dünyayı dar edecek imanımız vardır, her zorluğa göğüs gerecek irademiz vardır, her saldırıyı, her işgal girişimini def edecek, yerin yedi kat dibine gömecek imanımız vardır.
Denemek isteyen varsa buyursun denesin, hainler nerede olurlarsa olsunlar, millet sevdalıları sonuna kadar buradadır, vatanın burcunda Ulubatlı Hasan olmaya hazır ve buna da kararlılardır.
Bu hafta sonu karşılayacağımız Türkiye Cumhuriyeti’nin 99’uncu yıldönümünü iftiharla kutluyorum.
Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl dönümünde, muhteşem bir geleceğin kapısının aralanacağını bugünden görüyor, milletimizin de buna bütünüyle destek olacağına inanıyorum.
İlk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, kurucu kahramanları, aziz şehitlerimizi, cephelere can ve kan nakli yapmış kutlu ceddimizi rahmetle, hürmetle, minnetle yad ediyorum.
Cumhuriyet sonsuza kadar korunup kollanacak, milletimizin can beraberi olacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.”