– Bahçeli, Gündemi Değerlendirdi, Önemli Mesajlar Verdi
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, İsveç’in başkenti Stockholm’de bir cami önünde Kur’an-ı Kerim yakılmasını, “vandallık ve insanlık değerlerine hıyanet” olduğunu belirterek; “Kur’an okumak ilahi bir nasip ve nimet, yakmak ise namertlik ve soysuzluktur.” Dedi.
Gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan lider Bahçeli, konuşmasında şu ifadelere yer verdi;
“Değerli Milletvekilleri Saygıdeğer Misafirler, Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Bir haftalık aradan sonra tekrar toplanan Meclis Grubumuzun açılış konuşması münasebetiyle yüksek heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından, radyo kanallarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyorum.
Geride kalan hafta içinde Mübarek Kurban Bayramının manevi güzellik ve görkemiyle müşerref olmanın yanı sıra, kardeşliğin, kaynaşmanın ve kucaklaşmanın lezzetiyle gönüllerimizi mükâfatlandırdık.
İmkânlar elverdiği ölçüde, kurban ibadetimizi ifa etmekle birlikte vatanın her köşesinde bayramlaşmanın sevincini yaşadık.
Dayanışma ve yardımlaşmanın feragatiyle, fedakârlığıyla, fazilet ve ferasetiyle bir olduk, diri olduk, hep birlikte Türkiye ve Türk milleti olmanın nefaset ve zarafetiyle dolup taştık.
Dini bayramlarımız Türk-İslam medeniyetine canlılık ve çekim kazandıran; barışı, huzuru ve gönül almayı vaaz eden maneviyat vadisi, mahviyet vahasıdır.
İtikadımıza göre insanın dünyadaki başlıca amacı, Allah’a samimiyetle bağlanmak ve iyilik yapmaktır.
Peygamber Efendimizin, “Bir kimse kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da ona yardım eder” sözü bizleri sürekli ve sürdürülebilir bir dayanışma ahlakına teşvik etmektedir.
Kurban Bayramı’nın zamanlar üstü mesaj ve muhtevası da bu ahlak güzelliğinin tecellisinde mahfuzdur.
Müslüman Türk milleti paylaşma ve yardımlaşmayı Efendimize sadakatin, tevhit ve vahdet ilkelerine bağlılığın bir vecibesi kabul etmektedir.
Tarih, kültür ve medeniyet mirasımızın bizlere yüklediği misyon kimsesizlere kol kanat germek; gariplerin, yetimlerin, muhtaçların ve mazlumların can beraberi olmaktır.
Bunu başardığımız ölçüde madde ile mana; madde ile ruh; insan ile cemiyet arasında sağlam ve sağlıklı bir denge kurulabilecektir.
Kurban ibadeti, Allah rızasını kazanmanın, Allah’a yaklaşma gayesinin adanmış bir kalple yerine getirme çabasıdır.
Bir yanda kurban keserken, diğer yanda kötülüğü de kesmek lazımdır.
Bir yanda kurban keserken, diğer yanda fitneyi, firavunluğu, fitçi azgınlığı da boğazlamak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Huzurlu insan, müreffeh toplum, muasır devlet, mutlu millet hedefine ulaşmak için evvelemirde manevi toparlanma elbet mecburiyettir.
Her okunduğunda farklı bir anlam tadını zihnimizin damağında bırakan bir kitabın aynı yüzündeki iki sahifesi gibi tek ruh olursak; geceyi takip edip tamamlayan bir gündüz fecriyle birbirimizin yolunu yılmadan aydınlatırsak kuşkusuz önümüze çıkan her engeli de kolaylıkla aşabiliriz.
Niyazım odur ki, her günümüz bayramın mehabet ve muhabbetine benzer şekilde geçsin.
Siz değerli milletvekili arkadaşlarım ve toplantımıza teşrif eden muhterem misafirler başta olmak üzere, aziz milletimizin, Türk-İslam coğrafyalarında yaşayan değerli kardeşlerimin Mübarek Kurban Bayramını bir kez daha kutluyorum.
Bayram tatili süresince meydana gelen trafik kazalarında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tedavi gören vatandaşlarımıza da şifalar diliyorum.
Hac Farizasını tamamlayıp dönüş yoluna koyulan vatandaşlarımızın sağlıcakla gelmelerini, haç ibadetlerinin kabul ve makbul olmasını temenni ediyorum.
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Merhum Hocamız Prof.Dr. Osman Turan, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi” isimli muhteşem eserinde aynen şunları yazmıştı:
“İslamiyet, beşeriyeti dalaletten kurtarmak ve hidayete eriştirmek davası ile zuhur etmiş; kendine mahsus bir dünya sulhu be nizamını da birlikte getirmiş ve bu suretle yeni bir cihan hakimiyeti mefkûresi başlamıştı.”
Bu düşüncelerinin devamında bir başka söylediği de şuydu:
“Hıristiyanların kendi davaları için Haçlı seferlerine mukabil İslam’ın cihadı farz kılması da onun dünya görüşünü gerçekleştirmek gayesine matuf idi.”
Burada bir parantez açıp cihadın ana fikri üzerinde durmamız sanıyorum kafalarda biriken bazı soru işaretlerini de giderecektir.
İslamiyet cihadı emrederken haksız bir savaşı desteklemekten bütünüyle uzaktır.
Yani beka düzeyinde bir tehdit ve tecavüz olmadıkça cihada kuşkusuz ruhsat yoktur.
Dokuz asır boyunca Doğu ile Batı arasındaki diyalog ve ilişkilerin boyutunu dini ve kültürel değerler tayin etmiş, çatışmaların ve kutuplaşmaların ekseni bu kapsamda şekillenmiştir.
Batı’da Müslüman denildiğinde akla ilk gelen Türkler olmuştur.
Çünkü Türk milleti İslamiyet’in mukaddes emanetlerini soylu mizacıyla her zaman muhafaza, ihtiyaç hasıl olduğunda da canı ve kanı pahasına müdafaa etmesini bilmiştir.
Bu itibarla cihana vurulan Türk mührü dile gelse duyulacak çığlık kadar hür olan hakikat şudur: “Allah tektir, ordusu da Türk’tür.”
Sistematik ve simetrik şekilde ilerletilen, bir bakıma hastalık derecesine evrilen İslamofibi bir defa inanç haklarıyla, insani ve vicdani ölçülerle bağdaşmadığı gibi beşeriyetin huzur ve güvenlik arayışlarını da korkutucu oranda tehdit etmektedir.
Kurban Bayramının birinci günü İsveç’in başkenti Stockholm’de bir cami önünde Kur’an-ı Kerim yakılması, bu vandallığın himaye edilmesi hem inancımıza hakaret hem de insanlık değerlerine hıyanettir.
Kur’an okumak ilahi bir nasip ve nimet, yakmak ise namertlik ve soysuzluktur.
Bu nefret suçu mahiyetindeki provokasyonu Irak asıllı malum meczubun tek başına planlayıp hayata geçirmesini düşünmek pek tabii hayatın ve hadiselerin olağan akışına bütünüyle aykırıdır.
İsveç’in NATO’ya katılım müzakerelerinin yapıldığı, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Litvanya’nın başkenti Vilnius’da NATO Zirvesinin toplanmasıyla ilgili sıcak gelişmelerin olduğu bir dönemde vuku bulan alçak eylem her yönüyle kuşku vericidir.
Kur’an-ı yakmak ifade ve düşünce özgürlüğü olarak değerlendirilemez.
Barbarlığın özgürlüğü olamaz.
Özgürlük başkasına zarar vermeyen bir şeyi yapma hakkıdır.
Şunu ikazla hatırlatırım ki, Kur’an-ı Kerim bir kağıt parçası değil, Allah’ın yeryüzüne indirilmiş nuru, akıl sahibi inananların düşünmeleri, anlamaları ve ders almaları için lütfedilmiş saadet, selamet, hidayet ve hikmet surudur.
Tüm dünya ateşe verilse bile yüce kitabımızın kelam ve manasıyla tutuşması, ilahi hükümlerin yanıp kül olması asla ve kat’a mümkün değildir.
Kur’an yakan kendini yakmıştır.
Kur’an yakan ta cehennemin dibini boylamıştır.
Batı karanlıklar içinde çırpınırken, İslamiyet’in saçtığı aydınlık sayesinde ilim ile din, akıl ile iman, madde ile ruh, dünya ile ahiret arasında tam bir ahenk sağlanmış, Kur’an-ı Kerim de en büyük mucize olarak nüzul etmişti.
Türk milleti her zaman inançlara ve insan haklarına riayet etmiş, saygılı davranmıştı.
Tarihin heyecanla titreyen yapraklarını araladığımızda, Göktürk İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu’nun dönemin ateş-perest Sasani İmparatorluğu’na karşı ittifak kurduğunu, bunun temelinde de ehl-i kitap dinleriyle kurulan yakın alaka ve bağların belirleyici olduğu görülebilecektir.
İsveç’te ikide bir hassasiyetlerimizi kanatan, inanç haysiyetimizi kaşıyan ilkellikleri, ifrat ve tefrit noktasını dahi geçmiş tahammülsüzlükleri lanetliyor, Kitabullaha uzanan mundar ellerin günü geldiğinde kırılacağına yürekten inanıyorum.
Bu menfur suikasta en tesirli tepkiyi göstermek suretiyle, İsveç Büyükelçiliği’nin önüne siyah çelek koyup Kur’an-ı Kerim tilaveti okuyan ve okutan Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’mızın yiğit mensuplarını da huzurlarınızda tebrik ediyorum.
Değerli Milletvekilleri,
İçinde bulunduğumuz, hattı zatında kontrolsüz akışına maruz kalıp kimi zaman sürüklendiğimiz bugünkü çağın kavramsal ve kuramsal temelde tanımlanmasında acul bir gayret gözlemlenirken, aynı zamanda ciddi oranda kargaşa da görülmektedir.
Nevzuhur kuralların içine sıkıştırılmış hayat ve siyaset paradigmasıyla, hayatın kaynak yerinden özenle teksif ve temin edilip çıkarılmış kural ve ilkeler parametreleri arasında koyulaşmış bir kutuplaşma devamlı sahne almaktadır.
Bundan mülhem sosyal ve siyasal çelişkiler gittikçe derinleşmektedir.
Karşımızda yüzü asılmış çarpık ve solmuş çehreli bir resim gibi duran dünya tablosu hiç de iç açıcı değildir.
Ekonomik riskler, ırkçı tehlikeler, toplumsal bölünmeler, yabancı düşmanlıkları, medeniyetler arasındaki uçurumlar, asimetrik çatışmalar, jeopolitik gerilimler, su ve enerji havzalarına yığılan hesaplaşmalar, etnik ve mezhebi ayrımcılıklar, eko-sistemdeki tahribatlar, insani dramlar, ağırlaşan göç ve göçmen sorunları, sosyal karşılığı olmayan teknolojik genleşmeler, yeni bir dünya vasatının zoraki doğum sancıları beşeriyetin hayat serüvenini huzursuzluğun rotasına sabitlemiş durumdadır.
Bize göre her insanın arayış ve arzusu huzurdur.
Yine bize göre beşeriyetin bir huzur çağına ihtiyacı vardır.
Milliyetçi Hareket Partisi bu inanç ve irade muvaffakiyetiyle “İnsanlığın Huzuru Projesi”ni hazırlamış, çağımızın ve esasen yeni bir Türk asrının vizyon çağrısı olarak sadece Türk insanıyla değil, tüm insanlıkla paylaşma duyarlılığı göstermiştir.
Huzur; açlık veya toklukla, varlık veya yoklukla, eksik veya fazlalıkla izah edilemeyecek fenomen bir kavram olup insanın iç alemi ile dış alemi arasındaki kararlı ve tutarlı denge noktasını işaret etmektedir.
Huzur, insanın manevi bir bütün halinde kendisi olması, kendi kendisini ve çevresini tanımakla beraber vicdan sesini duymasıdır.
Hz.Mevlana, adaleti ağaca su vermek, zulmü ise dikeni sulamak kabilinden açıklarken, bizim anlayışımıza göre huzur dikeni sularken bile rahmet pınarının akacağını düşünüp her şeyi hayra yormaktır.
Bu tefekkür hüneri sorumsuz ve şuursuz bir iyimserlik hali değildir.
Kültür ve medeniyet damarlarımızın bağlantı noktaları tarihi varoluş haklarımızla eklemlenmiş, bu vesileyle mazinin bağrına kazıdığımız her iz ve eser, gök kubbede hoş bir sedayla yankılanan her söz ve dilek adalet, huzur ve hoşgörüyle bezenmiştir.
Bizim için her şeyin ölçüsü insandır.
İnsan olmadan, insanlık değerleri ayakta kalmadan fikir ve düşünce kalıpları boş bir küme, hedef ve hülyalar boşu boşuna bir emek ve kürek çekmektir.
Bugün dünya genelinde yaklaşık 8 milyar insan yaşamaktadır.
Bu aynı zamanda 8 milyar ayrı dünyanın varlığı demektir.
Huzur çağının öznesi insandır.
Meramımızı meşhur bir darbı meselle ifade edersek, evvel refik, badel tarik, yani öncelikle yol arkadaşı, sonra yol gelecektir ve gelmelidir.
Bizim özellikle insanlığı bilen, insani hasletlere sahip olmayı başarmış, insanlığın değer ve onuruyla mündemiç her insanımıza gönlümüz de, kapımız da, sevgi ve müşfik dolu kucağımız da sonuna kadar açıktır.
İnsanı ihmal edersek, insanlığı geri plana itersek, şablon ezberlere, beylik sözlere takılıp orman yerine ağaca, insan yerine somut karşılığı olamayan ahkam kesmelere odaklanırsak aldanmak ve sahteliklere boyun eğmek mukadder olacaktır.
Bir dava insanı her şeyden önce insandır.
İnsan olan haklı davasıyla mutlaka aynı potada buluşacaktır.
Ayakları meçhule basıp başı müpheme yükselen, adem ve alemle anlaşmazlık içinde yürüyen butik siyasetçi ve sözde düşünce insanlarına bizim hiç ihtiyacımız yoktur.
Her şeye gerçekçi bakan, dürüstlüğü ve vefası adam gibi olan, hayatın zorlu yokuşlarını tıpkı bir dağa tırmanır gibi tırmanan, yaptığını bilen, bildiğini yapan; olduğu gibi görünüp göründüğü gibi davranan, söylediğine sahip çıkan, sahip çıktığını da şakır şakır söyleyen gönül ve sevda neferi tertemiz yürekli insanlarla yolumuz da, yönümüz de, yurdumuz da birdir ve aynıdır.
Güzel söylenmiş yalanlara kanacak yoktur.
Üstü başı düzgün rezaletlere itibar edecek yoktur.
Süslü laflarla tuzaklanmış iftira ve ithamlara ikna olacak hiç kimse de yoktur.
İnsandan başlayarak siyasal ve toplumsal hayata varıncaya kadar Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefleri çerçevesinde tazelenmeye, yenilenmeye, başkalaşmadan değişime geldiğimiz bu aşamada stratejik bir ihtiyaç olduğu açıktır.
Bilhassa demokratik ve siyasal normalleşme dinamiklerinin müessir derecede tedarik ve tezahürü amacıyla siyasi partilerin durum muhasebesi yaparak mevcut fikri pozisyon ve programlarını gözden geçirmeleri, nerede durduklarını, insana, millete ve dünyaya hangi zaviyeden baktıklarını teyit, gerekirse tadil etmelerinde yarar vardır.
2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunun 4’ncü maddesi, “Siyasi Partilerin Vazgeçilmezliği ve Niteliği” üzerine amir hükümdür.
Nitekim siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Bununla birlikte siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamayacaktır.
Anayasa’nın 69’ncu maddesi de siyasi partilerin uyması gereken esasları içermektedir.
Anayasa’nın 68’nci maddesinin 4’ncü fıkrasındaki vurgu ise çok nettir:
Buna göre,
“Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”
Anayasa’nın 69’ncu maddesinde de, bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68’nci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararının verileceği bariz olarak ifade edilmiştir.
Buradan çıkardığımız sonuç şudur:
Türk siyasetinde faal halde bulunan her partinin birincil kaynağı Türk milleti, aidiyeti de Türkiye’dir.
Demem odur ki, her parti Türkiye partisi olmak mecburiyetindedir.
Suç ve suçluyu övmek, ihanete ve melanete çanak tutmak siyasetin değil doğrudan doğruya hukukun konusudur.
Genel merkezi Ankara’da olup, genel emri yabancı başkentlerden alan bir partinin demokrasiye, millete ve insana şerefli hizmetinden bahsedilemeyecektir.
Milletin hak ve çıkarlarını gözetmeyen, devletin egemenlik ve hükümranlık iradesini savunmayan, düşmana ganimet olmaktan utanmayan, terör örgütlerinin ve küresel emperyalizmin kullanıma girmekten gocunmayan siyasi partilere demokraside yer olmamalıdır.
Ülke sınırları çerçevesinde milli ve manevi ortak paydada buluşmak her partinin seçimlik bir hakkı değil, siyasi namus görevidir.
Hem milli iradeye dayanıp hem milli iradeyi yıkmayı amaçlamak; hem hazineden para yardımı alıp hem de aldığı parayı düşmana havale etmek siyasi ve hukuki şeref kaybıdır.
Bu kapsamda siyasi partiler Anayasa ve kanunlara uygun faaliyet göstermek zorundadır.
Mehmetlerimize kurşun sıkan hainleri arkalamak suçtur.
Ölen teröristlere taziyeler yayımlamak suçtur.
Bir televizyon kanalında bebek katilini övmek, çok kitap okuduğundan bahisle filozof mertebesine çıkarmak, bununla yetinmeyip hak gaspına uğradığını iddia etmek suçtur, bu suça montaj diyerek destek çıkmak katmerli suçtur.
Siyasi partilerin kuruluş, program, faaliyet ve hedefleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesiyle, Anayasa’nın ilk maddesiyle çelişemez, çatışamaz, ters düşemez.
Tam tersi fiiller Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının sahasına ve müteakiben de Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girecektir.
Anayasa Mahkemesi Kandil’in düzmece mahkemesi, zilletin arka bahçesi değildir, asla da olamayacaktır.
Eğer adalet suçluyu aklama gayesi güderse, eğer adalet ihaneti biberonla beslerse orada adalet batmış demektir.
Adalet ve hukuk demek devlet demektir.
Devlet giderse vatan gitmiş olacaktır.
Bazı mihrakların sinsi, gizli ve potansiyel maksatları da işte budur.
Anayasa’nın 6’ncı maddesine göre, hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacaktır.
Anayasa Mahkemesi PKK terör örgütünü aklama, temize çıkarma, hunhar eylemlerini ibra makamı değildir.
Aynı husus siyasi partiler için de geçerlidir.
Siyasi kaygı ve gayelerle yanlışa yanlış diyemeyen, doğrunun hakkını telaffuz edemeyen, irtibat ve ilişki ağlarını millete rağmen tayin eden partilerin hukuk devletinin yegane tehdidi haline dönüşecekleri ortadadır.
Siyasetlerini insana değil de ihanetin hizmetine koşanların evrensel hukuk kaidelerine sığınarak meşruiyet sağlamaları bile söz konusu değildir.
Ankara başkentimizdir.
Dünyayı Türkçe okuma ve kavrama dirayeti öncelikle Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısına riayetle mümkündür.
Suça bulaşmakla, suçluyu müdafaa etmekle hiçbir demokratik ve gelişmişlik mevkiine erişilemeyecektir.
Bugün siyasi hayatımızda yer bulan her renk, her fikir ve her ideolojiden partinin tarih, millet ve gelecek nesiller nezdinde şayet dikkatlice analiz ederlerse ertelenemez sorumlulukları vardır ve bilinmektedir.
Partilerin, katılsak da, katılmasak da, Türkiye’nin sınırları içerisinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü yaralamayan her söz ve eylemine saygımız olacaktır.
Dış işgal cephesine teşne olmak, omuz vermek, el uzatmak, selam çakmak, çıkar lobilerinin oyuncağı haline gelmek hiçbir partiye bir şey kazandırmayacak, siyasi kültürümüze de değer katmayacaktır.
Az önce değindim gibi her şeyin başı, her şeyin ölçüsü insandır.
İnsanı müşteri, siyaseti çıkarların ikmali, Türkiye’yi de sömürge vasıtası gören bir zihniyet karanlıktır, milli güvenlik için tehdittir.
Cumhuriyet’in yeni yüzyılında, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin arifesinde siyasi ahlak ve temizliğinin tehiri artık imkansızdır.
Mesele ne kadar oy aldığımız, kaç milletvekiline sahip olduğumuz meselesi değildir.
Mesele vatandır, millettir, devlettir, istiklaldir, istikbaldir.
Bu nedenle samimiyetini ve ahlaki seviyesini siyasi ilişkilerine aynen yansıtmış, adalet ve hukuk ilkelerini önşartsız hazmetmiş, dünyada tek ses, tek nefes olabilmeyi becermiş partilerden mürekkep bir siyaset yapısının el birliğiyle inşası ve ihyası önümüzdeki en acil gündem konusu olmalıdır.
Hazırlanacak yeni anayasada bu hususa önemle yer verilmelidir.
Partilerin kumanda odası zalimlerin denetimde olmamalıdır.
Küresel emperyalizme bedeli mukabilince ajanlık ve acentelik yapmak; dışarıdan sufle almak, talimat listelerine boyun eğmek hiçbir kitaba sığmayacak, hiçbir değerle bağdaşmayacak teslimiyetçiliktir.
Türkiye’nin geleceğini teslimiyetçilik değil milletimizin şaşmaz irade gücü, tartışılmaz hükmü şahsiyeti belirleyecektir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Rusya’dan Fransa’ya, İsveç’ten Belçika’ya, Kosova’dan İsviçre’ye kadar karmaşık gelişmelere şahit oluyoruz.
Rusya’da 23 Haziran 2023 tarihinde paralı asker gurubu Vagner’in başını çektiği silahlı kalkışma, bir müddet sonra uzlaşmayla sonuçlanmış, bu ülke üç-beş gün içinde iç güvenliğini sağlamıştır.
Biz her devletin siyasi ve toprak bütünlüğüne saygı duyarız.
Aynı tavır ve tutumu muhataplarımızdan da kararlılıkla bekleriz.
İki taraflı oynanan Rus ruleti tansiyonu yükseltmiş, fakat nihayetinde aklı selim galip gelerek eller tetikten çekilmiş ve sağduyu hakim olmuştur.
Her ülkenin huzur, barış, istikrar ve güven içinde var oluşu temel tezimiz ve tercihimizdir.
Bölgemizde yaşanan veya yaşanacak her kaosun bedeli öngörülemez badirelerin kilitli kapılarını açacaktır.
Bu kapsamda Türkiye, Rusya’nın içine düştüğü girdap karşısında soğukkanlı yaklaşmış, bu ülkenin istikrarını desteklemekle birlikte dayanışma mesajlarını paylaşmış, komşuluk hukukunun doğasına müzahir hareket etmiştir.
Rusya’nın Vagner sorunu hararetle konuşuluyorken, Fransa’da geçtiğimiz cumartesi günü patlak veren olaylar bir anda tüm dikkatleri Avrupa’ya çevirmiştir.
Cezayir kökenli 17 yaşındaki bir gencin dur ihtarına uymadığından polis tarafından vurularak öldürülmesi Fransa’da yaygın protestolara yol açmıştır.
Söz konusu protestolar Belçika ve İsviçre’ye de sıçramıştır.
Fransa dipsiz tartışmalara gömülmüş, yağma olayları baş göstermiş, toplumsal gerginlikler sertleşmiş, sokaklar karışmış, göstericilerle polisler çatışmıştır.
Dünyanın acıklı ve acilen çözülmesi gereken göç sorunu, buna eşlik eden ırkçılık ve yabancı düşmanlığı aslında Fransa’nın içine düştüğü krizin ana yatağı olmuştur.
Birikmiş ve bilenmiş getto enerjisi sosyal patlamayla açığa çıkmıştır.
Fransa, sömürge geçmişiyle ve varoşları dışlayan insafsız politikalarıyla yüzleşmelidir.
Küresel vicdan insani trajediler karşısında devamlı bahaneler üretmektedir.
Uluslararası hukuk ayaklar altındayken, insani değer ve emanetler maalesef yok sayılmaktadır.
17 maddeden oluşan Fransız Devrimi İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi herkesin dilinde olsa da, gerçek manada bilen, uyan ve uygulayan yoktur.
Sınır aşan göç olgusu tüm ülkeler için çetin ve çetrefilli bir sınavdır.
Yerini yurdunu bırakıp, baskı ve zulümden kaçan onbinlerce insan ya bir sınır hattında, ya dalgalı bir deniz ortasında, ya da gittikleri bir ülkede reva görülen kötü muamelelerle eziyet görmekte, perişanlık çekmekte, en kötüsü de hayatlarını kaybetmektedir.
Sınır aşan göç sorunu çok nazik bir konudur.
Önyargılardan uzak bir şekilde ele alınmalı, adalet ve hakkaniyet üzerine bina edilmeli; adil paylaşım, eşit sorumluluk, çözüm odaklı, insaf ve izan temelinde bu ağırlaşan meseleye kafa yorulmalıdır.
Şişme bir bota üst üste doluşan ya da uzun bir yola ilk adımı atarak hayalini kurdukları bir hayata ulaşmak isteyen biçarelerin yürek yaralayan hallerini sonu felaketle bitecek bir korku filmi gibi izlemek her ülke için bir vebaldir.
Göç olgusu elbette siyasetin konusu olmalıdır.
Ancak istismar ve tahrikleriyle bu konuyu asıl mecrasından saptırmak ve siyasi rant devşirmek gayesi güdenlerin iyi niyetli olmadığı gibi samimi olmadıkları da ayan beyan ortadadır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak göç sorununun idrakindeyiz.
Düzensiz göçün istila olduğunu sürekli olarak vurguladık.
Anadolu coğrafyasındaki demografik gelecek ve güvenliğimizi titizlikle düşünmek, telaşa kapılmadan tedbir geliştirmek, taşkınlıklara prim vermeden de tetikte olmak durumundayız.
Sınır aşan göç meselesiyle ilgili politika, hedef ve görüşlerimiz iki cilt halinde 2018 yılında hazırlanmış, daha sonra da güncellenmiş AR-GE çalışmalarımızla hayata geçirdik.
Herkes susuyorken göç konusu üzerinde konuşuyorduk.
Herkes duruyorken göç konusuyla meşgul oluyorduk.
Sabah geleni akşam göndereceğim diyenler ipe un seren, suya yazı yazan aymazlar ve şaşkınlardır.
Göç konusu ile ilgili proje hazırlamak her babayiğidin harcı da değildir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak çalışmalarımızı kamuoyuyla, ilgili devlet kurumlarıyla, üniversitelerle, medyayla ve sivil toplum kuruluşlarıyla paylaştık.
Türkiye bu yükün altından Allah’ın izniyle kalkacaktır.
Ganimet avına çıkanlar da elleri boş dönmeye mahkum olacaklardır.
Türkiye’de mülteci veya göçmen değil, adı üstünde geçici koruma statüsünde bulunan sığınmacılar vardır ve bunların sayılarını 13 milyon diye açıklamak kuyruklu yalandır.
Düzensiz göç ile tavizsiz mücadele devam etmektedir.
Suriyeli sığınmacıların ülkelerine güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşleri bu kapsamdaki siyasetimizin ana fikir ve felsefesidir.
Fransa’daki olayların Türkiye’ye sirayet etme ihtimalinden bahsedenlerin, Bursa’nın Mudanya ve Kocaeli’nin Dilovası ilçelerinde provokasyon çetelesi tutanların ateşle oynadıklarını, buna izin verilmemesi gerektiğini buradan bildirmek istiyorum.
Türkiye’yi tahrik ve taciz kıskacına alıp iç huzursuzluğa hapsetmek için fırsat kollayanlara müsamaha gösterilmemelidir.
Türkiye Fransa’ya benzemez, Türkiye onun bunun kirli emeliyle kaosa çekilemez.
Herkes aklını başına alsın.
Devlet, millet ve vatan üstünde kazı yaptırmayız.
Yabancı istihbarat örgütlerine piyonluk yapanlara göz açtırmayız.
Göç konusu insanlık sorunudur.
Ancak ve ancak insanlığın müşterek ve müspet girişimiyle, tek yanlı değil külfetin eşit dağıtımıyla üstesinden gelinecektir.
Hepsinden mühimi göçe neden olan şiddet ve karanlığın önlenmesiyle, insana yaraşır hak, hukuk ve kazanımların tesisiyle kontrolsüz insan akının durması mümkün olabilecektir.
Palavraya yer ve gerek yoktur.
Boşa sallayıp dolu tutmanın ahlaki kalıcılığı ve kapsayıcılığı olmayacak, olamayacaktır.
Göç konusunu asıl bağlamından koparıp cepheleşmeyi körüklemek, cebelleşecek öteki yaratmak, yapay düşman imal etmek insanlık onuruna ve özellikle ülkemize yapılacak en dehşet verici kötülüktür.
Biz kötünün ve kötülüğün sonuna kadar da karşısındayız, hiç sarsılmadan ve yerimizden sapmadan karşısında olacağız.
Fransa’daki sancılı gelişmelerin sükûnete kavuşmasını ümit etmenin yanında, Türk ve İslam düşmanlığının körüklememesi samimi beklentim ve temennimdir.
Hangi coğrafya veya ülke olursa olsun sokak aralarının izbelikleri, kamu malına zarar veren şiddet eylemleri ve kanunsuz gösteriler meşru hak arama aracı olmamalı ve kesinlikle de tasvip edilmemelidir.
Değerli Arkadaşlarım,
İsveç’in NATO’ya dahil olma süreci oldukça karmaşık ve gelgitlidir.
Bu ülkenin üyelik durumu önce 6 Temmuz 2023 tarihinde Türkiye, İsveç ve Finlandiya Dışişleri Bakanlarının katılacağı ve Brüksel’de yapılacak bir toplantıda görüşülecektir.
Ardından 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Litvanya’nın başkentinde toplanacak NATO Zirvesinde değerlendirilecektir.
İsveç hükümetinin, terörle mücadele yasasında yaptığı değişiklik 1 Haziran 2023 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen, Türkiye’nin iadesini talep ettiği PKK’lı ve FETÖ’cü hainler henüz teslim edilmemiştir.
Kur’an-ı Kerim’in yakılmasına izin verilmesi de bir başka skandal olarak karşımızdadır.
Litvanya Zirvesi’nde, NATO’nun Soğuk Savaş’tan buyana hazırladığı en kapsamlı bölgesel savunma planı da ele alınacaktır.
Türkiye’nin bu planla ilgili hazırlanan haritalardaki bazı coğrafi tanım ve konumlar çerçevesinde itirazları vardır ve haklılığımız barizdir.
Ülkemizin İsveç hakkında vereceği kararın milli çıkar ve haklarımızla örtüşeceğinden emin olmakla birlikte; samimi, ikna edici söz ve adımlara karşı hükümetin alacağı pozisyonun yanında olacağımızın şüphesiz güvencesini şimdiden paylaşıyorum.
Şu hususu da ifadeye mecburum ki, Türk milleti İsveç’in şu hal ve görünümüyle NATO’ya girişine sıcak ve sempatik bakmamaktadır.
Geçen hafta Avrupa Konseyi Parlamenter Meclis’inde Türkiye aleyhine kabul edilen çirkin ve FETÖ güzellemesi yapan rapor ise hükümsüzdür, hayasızdır, bizim nazarımızda da yok hükmündedir.
Konuşmama son vermeden, memur ve emeklilerimize yapılacak iyileştirme ve zamları sonuna kadar destekleyeceğiz, TBMM’de üzerimize düşen görevi de harfiyen yerine getireceğiz.
Ayrıca 3’ncü Avrupa Oyunlarında çok sayıda madalya kazanan ve milletimizi sevince boğan milli sporcularımızı tek tek kutluyor, hepsinin tertemiz alınlarından öpüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Genel Kurul çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.”