Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada gündemi değerlendirdi.
Konuşmasında siyaset ve siyasetçi konusuna değinen Bahçeli, “Özellikle ifade etmek isterim ki, siyaset bir akıl işidir, devlet yönetimi ise bundan mülhem akıl, adalet ve ahlak üzerine bina edilmelidir.” Dedi.
Son zamanlarda CHP sözcüleri ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını da eleştiren Devlet Bahçeli; “CHP’nin başındaki bu utanç vesikası ülkesi ve milletiyle köprüleri atmış, bağını tamamıyla koparmış, Türk ve Türkiye düşmanlarının kadrosuna iltica etmiştir.” Diye konuştu.
Konuşmasında Ülkemizi ilgilendiren birçok konu hakkında önemli açıklamalarda bulunan MHP Lideri Bahçeli, Şu ifadelere yer verdi; “Değerli Milletvekilleri, Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler, Sayın Basın Mensupları, Bu haftaki grup toplantımıza başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş mücadelesi veren tüm kardeşlerimize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Şirazlı Sadi der ki; “İki şey aklın eksikliğini gösterir: Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak.”
Biz nerede susup, nerede konuşacağımızı; nerede durup nerede hareket edeceğimizi bilecek, bununla yetinmeyip gür bir sedayla beyan edecek çok şükür akıl sahibiyiz.
Tehlikeler kapımıza dayandığında susup seyredecek kadar aciz, durup dinlenecek kadar akılsız ve basiretsiz değiliz.
Biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz.
Müstesna sevdamız Türkiye, mensubiyet sancağımız Türk milletidir.
Boş lafa karnımız toktur, bomboş kafalarla oyalanmaya vaktimiz yoktur, vatan ve millet uğruna göstereceğimiz fedakârlıklar pek çoktur.
Teenniyle, tevazuuyla, teslimiyetsiz bir mizaçla ülkemizin yararına olacak her hayırlı adım ve atılımın yanında akılla, sabırla yerimizi alırız.
Hem dava aklı, hem tarih aklı, hem de devlet ve millet aklının ihtiyaç ve iradesini tefrik edip gerektiği yerde tahkimini ve tevsikini yapacak kabiliyet ve karakterdeyiz.
Aklını kullanmayan kişi ya da toplumların geçmişle gelecek arasında bağ kuramayacağına, gönülden göze, duygudan duruşa, kuvveden de fiile geçemeyeceğine inanırız.
Özellikle ifade etmek isterim ki, siyaset bir akıl işidir, devlet yönetimi ise bundan mülhem akıl, adalet ve ahlak üzerine bina edilmelidir.
Kutlu ecdadımızın bizlere tavsiye ve takdimi de bu şekildedir.
Dünden bugüne Türk devlet felsefesinin dayandığı zamanlar üstü esasların özü bunlardır.
Şurası da bir gerçektir ki, karambole teslim olmuş toplumlar şarampole devrilmeye mahkûmdur.
Talihin ve tesadüflerin akıntısına kapılmış ülke ya da milletlerin tarihsel çıkarları, varlık hakları pamuk ipliğine bağlıdır.
Aklın geniş imkânlarına kapalı duran, anılardan damıtılan tecrübelere sırtını dönüp geleceğini planlamayan milletlerin herhangi bir geleceği olmayacak, üstelik muhasım odakların senaryolarına devamlı bağımlı hale geleceklerdir.
Bunu bilir, bunu söyler, bu görüşümüzde de ısrar ederiz.
Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacib, muazzam eseri Kutadgu Bilig’i doğruluk, saadet ve kanaatin yanında akıl üzerine inşa ve ihya etmiştir.
Ve buram buram akıl kokan şu hikmet dolu sözler bizatihi ona aittir:
“Kişi akıl ile yükselir, bilgi ile büyür, kişi bu ikisiyle itibar görür.”
“Bütün bu hürmet ve itibar akıl içindir; akılsız kişi bir avuç balçık gibidir.”
Hele şu sözü hepimiz için uyarıcı, ufuk açıcı ve yol gösterici niteliktedir:
“Akıl karanlık gecede bir meşale gibidir; bilgi seni aydınlatan bir ışık.”
Türkiye’nin içine çekilmek istendiği anafora aklın nuruyla, adaletin şuuruyla mukabele ve müdahale etmek başlıca görevimizdir.
Karanlık gecenin yarılması, kararmış emellerin yıkılması en başta ortak akıl, ortak irade, birlik ve beraberliğin ortak paydasıyla mümkündür.
Rotamız kutlu bir yükseliş, pusulasımız da ortak aklın birleştirici ve bütünleştirici işlevi olmalıdır.
Bu ise herkes ve hepimiz için müşterek bir sorumluluktur.
Her vicdan sahibi insanımız ağır sorunlarla muhatap olduğumuzu teyit edecektir.
Ancak hiçbir sorun altında ezileceğimiz kadar telafisiz değildir.
Dağ ne kadar yüce olsa da, mutlaka üstünden geçecek bir yol vardır.
O yol ki, aziz milletimizi feraha, selamete ve esenliğe birlik, beraberlik tılsımıyla taşıyacaktır.
Çözümü güç meselelerin, çözülmesi imkânsız gibi görünen zorlukların üstesinden gelecek çareler irade ve inanç gösterirlerse mutlaka bulunacaktır.
Yeter ki, ihtiyaç duyulan azim, sabır, cesaret, birlik ve dayanışma hissiyatı açığa çıksın, yeter ki yılgınlık, yorgunluk ve yenilgi hepten reddedilsin.
Değerli Arkadaşlarım,
Ülkemiz çok cepheli, çok etkili, çok yönlü bir mücadelenin tam ortasındadır.
Bu yalın gerçeği inkâr etmek akıl fukaralığına, samimiyet yoksunluğuna açık bir işarettir.
Sürdürülen mücadele bekamızla doğrudan ilgili, bunun yanında da milli birlik ve bağımsızlığımızla yakından ilişkilidir.
Aslına bakarsınız tesir alanı, teşmil sahası, temin maksadı açısından değerlendirdiğimizde şu an ki mücadele süreci partiler üstü bir mana ve muhtevaya haizdir, havidir.
Türkiye bir yandan sınır ötesinde, diğer yandan da sınır içinde kesintisiz ilerleyen ve kesin çizgilerle tayini yapılmış milli bir direniş halindedir.
Pençe, Kıran, Kapan Operasyonları terörün belini kırmakla kalmamış, Türk devletinin kararlılık ve kudretini hainlere demir yumrukla göstermiştir.
En son örneği 14 Şubat günü Van’da görüldüğü üzere, teröristler HDP’li işbirlikçi milletvekillerinin araçlarına binip propaganda faaliyetlerine cüret etseler de cesaret timsali güvenlik görevlilerimiz bunlara hadlerini bildirmektedir.
Beyaz Toros devrede diyen PKK destekçilerinin artık ne yatacak ne de sığınacak yerleri kalmıştır.
Çünkü Türk devleti hainlerin ensesindedir.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekâtları güney sınırlarımız boyunca açılmak istenen terör koridorunu kesmiş atmıştır.
Kuşkusuz hiçbir komşu ülkenin taşında toprağında, bağında dağında gözümüz yoktur.
İşgal ve istila amacı taşımadığımız pekâlâ ortadadır.
Ancak Türkiye’nin neden Suriye’de veya Libya’da olduğunu sorgulayan bilhassa küresel güçlere en azından sizin ne işiniz var oralarda demek de doğal ya da cevabi bir hakkımızdır.
ABD Suriye’de, Irak’ta ne arıyor? Hangi amaçların peşinden koşuyor?
Rusya Suriye’den tutun da Libya’ya kadar ne yapıyor? Çiçek böcek topluyor da bizim mi haberimiz olmuyor?
Hafter’in yanında kanlı silahları tutan Vagner çetesinin komuta kontrol merkezinde hangi şer odaklar bulunuyor?
Çad ve Sudan başta olmak üzere, farklı ülkelerden gözü dönmüş militanları toplayıp komşu ülkelere yığanların, terör örgütlerini önce imal edip sonra da yalandan imhaya çalışanların kim ya da kimler olduğunu bilmeyen kalmamıştır.
Aynı anda yedi düvelin Doğu Akdeniz’de toparlanıp ülkemize doğru topunu tüfeğini çevirmesi bir başka marazi çarpıklıktır.
Haçlı donanmasının Akdeniz’e konuşlanmasından hangi sonuçları çıkarmalıyız?
Mustafa Akıncı’nın “Kıbrıs Türk’tür Türk kalacak sözü geçmişte kalmıştır” ifadesi bir bakıma Akdeniz’de yüzen karanlık emellerin tercüme ve deşifresi değil midir?
Olan biten çirkeflikleri görmeyelim mi? Çirkinliklere tavır göstermeyelim mi? Milli bir duruşla taşın altına gövdemizi koymayalım mı? Bölgesel ve küresel fitnenin tekerine çomak sokmayalım mı?
Yoksa kaderimize razı olup kulağımızın üstüne yatmamız mı bekleniyor?
Olan olmuş, geçen geçmiş, aman sende diyerek başımızı kuma mı gömelim?
İblis’in fazla mesai yaptığı İdlib, ateş çemberine alınmış durumdadır.
Son 2,5 ayda 1 milyon 200 bin Suriyeli evini barkını terk etmiş, Türkiye sınırında kurulan çadır kentin nüfusu da 500 bine ulaşmıştır.
Çocukların feryadı vicdanlarda yankılanmaktadır.
Masumlar perişan, zalimler pişkindir.
Mazlumlar tükenirken katiller tetiktedir.
Berlin, Londra, Brüksel, Vashington, Moskova, Kahire, Tahran, Abu Dabi, Riyad oyun içinde oyun olmuşlar, ama parklarda oynaması gereken küçücük çocuklar şu kış kıyamette soğuktan tir tir titrerken, içecek temiz su, yiyecek bir lokma ekmeğe hasret kalmışlardır.
Hiçbir suçu günahı olmayan yüzbinler buldukları çadırlarda birbirlerine sarılarak ısınmakta, yollara dökülerek geleceklerini aramaya koyulmuşlardır.
Türkiye yeterince insani sorumluluğunu yerine getirmiştir.
Kucak açılması gereken mağdurlara her seferinde alicenaplıkla gereği yapılmış, sınır kapıları aralanmıştır.
Fakat yeni sığınmacı dalgası ülkemizin kaldıramayacağı ilave bir yüktür.
Bu kapsamda hazmetme kapasitemiz dolmuştur.
Sınırlarımızın Suriye kısmında insani ve vicdani sorumluluklar göçe zorlanan insanlara karşı küresel ortak akıl ve yardımlaşmayla ifa edilmelidir.
Esad akıl ve vicdan tutulması yaşayarak dünyanın gözü önünde kendi halkının kanını akıtmakta, canını almaktadır.
Hala Esad ile görüşülsün diyen sorumsuz siyasetçilerin bu içler acısı tabloyu görmemekte inat etmeleri ise kabul edilir bir şey değildir.
Güney sınırlarımız boyunca kurulmak istenen vahim tuzağı sağır sultan duymuştur da, sadece Kılıçdaroğlu ve işbirlikçi yandaşları mı duymamıştır?
Bu siyaset körlüğünün, bu müşahede ve mütalaa köksüzlüğünün izahı nasıl telif ve tevil edilecek?
Esad topraklarını Rusya’yla bir olmuş şiddetle bombalıyor.
Kılıçdaroğlu keçeyi suya atmış çıkan yerini taşlıyor.
Zalimler bastırdıkça işbirlikçiler bileniyor, yani güneş çarığı, çarık da ayağı sıkıyor.
Cani Esad önüne kattığı savunmasız insanları Türkiye’ye doğru acımasızca silkeleyip köyleri, ilçeleri, illeri durmaksızın boşaltıyor.
İdlib’de can pazarı yaşanıyor.
Rusya destekli Esad tarihe, insanlığa, hukuka, inanç ve yaşama haklarına karşı affedilmesi mümkün olmayan suçlar işliyor.
Altını kalın bir şekilde çizerek söylemek isterim ki, Esad gitmeden, koltuğundan indirilmeden barış, huzur ve istikrar mumla aranacaktır.
Kaldı ki sabilerin gözyaşları dinmeyecek, anaların ağıtları bitmeyecek, umutlar filiz filiz yeşermeyecektir.
17 Eylül 2018’de Sayın Cumhurbaşkanı’yla Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin Soçi’de bir araya gelerek 10 maddelik bir mutabakat metnine imza atmışlardı.
Bu mutabakatın 2.maddesine göre, Rusya İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alacak, mevcut statüko korunacaktı. Korundu mu, elbette hayır.
Yine aynı mutabakatın 1.maddesinde, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi korunarak ülkemizin gözlem noktaları güçlendirilecekti, gerçekleşebildi mi, bu da hayır.
Astana Antlaşmaları kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Ekim 2017’de İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde tesis edilen ateşkes rejiminin takibi için kurmaya başladığı gözlem noktaları şu anda taciz ve tahrik kıskacındadır.
Dört gözlem noktamız ateş hattındadır. Diğerleri de tehdit edilmektedir.
Esad direkt, Rusya da endirekt şekilde Türkiye’nin karşısında mevzilenmişlerdir.
Hani Soçi Mutabakatı?
Nereye gitti heyetler arası görüşmeler, ikili temaslar, telefon diplomasileri?
Rusya 22 Ekim 2019’da yine Soçi’de Türkiye’nin milli güvenliğini teyit etmemiş miydi?
Sözler verilmemiş miydi?
20 Ekim 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı’na güçlü vurgular yok muydu?
Esad dört defa ateşkes ilanı yapmamış mıydı?
14 Ocak 2020’de Türkiye ve Suriye yetkilileri Moskova’da 9 maddelik bir çerçeve uzlaşmasına onay vermemişler miydi?
Bir Türk heyetinin dün Moskova’da kalıcı barış ve ateşkes arayışı için görüşmeler yapması makbul ve makul bir hamledir.
İdlib’de muhatap ülkeler olmaları gereken yerlere çok acil çekilmeli, silahlar derhal susmalıdır.
Türkiye verdiği sözün sonuna kadar arkasındadır.
Çünkü Türk milleti merttir, sözünün eridir, cayan, kaçan, korkan da tek kelimeyle namerttir.
Rejim unsurlarının gözlem noktalarımızın gerisine bu ay sonuna kadar çekilmesi hem kendi hayırları hem de bölgesel sükûnet ve çatışmasızlık ortamının olgunlaşması bakımından mecburiyettir.
Türkiye’nin şakası makası yoktur.
Yeni bir saldırı, yeni şehit haberleri Esad’a pahalıya mal olacak, bedelini Suriye’nin her zemininde misliyle ödeyecektir.
Azdan az, çoktan da çok gider gitmesine, ama gidenlerin alayı Esad rejiminden olacaktır.
Geçen haftaki grup toplantımızda gerekirse, başka da bir seçenek kalmazsa Şam’a girmeyi planlamak lazım dedik.
Yeminli Esad sözcüleri, Baas zihniyetinin içimizdeki kalıntıları birden bire öne çıkıp akıl vermeye, ahkâm kesmeye başladılar.
Bunlar ipotekli akıllarını kendilerine saklasınlar.
Bizim hiç kimseden öğrenecek bir şeyimiz yoktur.
Bu vatanda var olmanın bir adabı, bir ahlakı, yeri gelirse de can feda olsun diyecek bir fedakarlık kültürü vardır ve ayaktadır.
Biz Şam’a girelim diyorsak Ankara’yı tehdit altında gördüğümüzden dolayıdır.
Biz İdlib’deysek bunun ana sebebi Anadolu’nun savunulmasıdır.
CHP Genel Başkanı yine boş keseden sallamış, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kuracaklarını söylemiş.
Ne zaman, hangi yetkiyle ve kiminle kuracaksın, hadi kurdun diyelim, Esad’la mı eşbaşkanlık görevini paylaşacaksın?
Kılıçdaroğlu susması gereken yerde konuşunca mizaha konu olacak işler yapıyor, Allah var ya siyaseti bırakıp komedi filmi çevirse kapalı gişe oynar, epey de hayran kitlesi kazanır.
Dikiş ve fren tutmayan Kılıçdaroğlu hafta sonunda partisinin Ankara il kongresinde şu ifadeleri seslendirmiş:
“Şimdi İdlib’de sıkıştılar. Sağa dönüyorlar olmuyor, sola dönüyorlar olmuyor. Hala asacağız keseceğiz diyorlar.”
Bu sözleri Macron söyleseydi normal derdik.
Bu iddiaları Esad, Hafter, bir başka hasım dile getirseydi, herkes mayasına ve sütüne göre konuşur der geçerdik.
Sayın Kılıçdaroğlu söyler misin bize, İdlib’de sıkışan kimdir?
İdlib’de bulunan kimdir?
Hangi mihrakların nam ve hesabına dedikodu yapıyorsun? Esad’ın propagandasına alet olmaktan hiç mi vicdan azabı duymuyorsun?
Sen Türkiye Cumhuriyeti’ni bilir misin?
Yoksa nüfus kütüğünü Suriye Arap Cumhuriyeti’ne mi aldırdın?
İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli mensupları Türk milleti adına vardır.
İdlib’de sıkışan yok, ancak sıkıştırılmak istenen ülkenin Türkiye olduğu nettir.
Sen hangi ülkenin, hangi örgütün, hangi işbirlikçinin fermanını okuyorsun?
CHP’nin başındaki bu utanç vesikası ülkesi ve milletiyle köprüleri atmış, bağını tamamıyla koparmış, Türk ve Türkiye düşmanlarının kadrosuna iltica etmiştir.
Yazıklar olsun diyorum.
Ruhunu nadasa bırakmış olanlar, şuurunu hızara verenler, akıllarını peynir ekmekle yiyenler bizi anlayamaz, Türk milletinin hedeflerini, beka hassasiyetini, güvenlik mülahazalarını asla özümseyemezler, buna da kafaları basmaz.
Esad’ı Recep Tayyip Erdoğan’a tercih eden kokuşmuşlukla hiçbir şey konuşulmaz.
Rusya Federasyonu kriz siyasetini sınırlarımızın dibinde icra etmektedir.
Gelin görün ki buna bile tepki göstermezler.
Türkiye’ye başka, Suriye’ye başka, diğer muhatap ülkelere başka konuşan Rusya’yı hiçbir maske, hiçbir kamuflaj artık gizleyemez.
İran derseniz saman altından su yürütüp mezhepçi bir dile saplanmış, Esad’ı Türkiye’ye kışkırtmayı geçim kapısına çevirmiştir.
İdlib tıpkı mayın tarlasına, aynısıyla kan ve ölüm vadisine dönüşmüş; sinsi, sivri ve sıcak gerilim ve cepheleşmelerin merkez üssü haline gelmiştir.
Rusya arkadan dolanarak Esad’a hedef gösterip niyet ve tıynetinin gereğini yapmıştır.
İdlib’de şehit edilen evlatlarımıza saldırı emrini veren alçak general kimin nesi, kimlerin nefesidir?
Rusya Devlet Başkanı önce Esad’ın yüzüne sıçrayan, sonra da kendi eline bulaşan kanı süratle temizlemeli ve aklanmalıdır.
Hiç kimse bize maval okumasın.
Biz Rusya’yı 93 Harbi’nden biliriz.
Biz Rusya’yı 4 Şubat 1945’de yapılan Yalta Konferans’ında Boğazlar üzerindeki emellerinden tanırız.
Biz Stalin yönetimindeki Rusya’nın 16-26 Aralık 1945’de düzenlenen Moskova Konferansı’nda, Türk topraklarını istila talebini de asla hafıza kayıtlarımızdan çıkarmayız.
Demiyoruz ki kavga edelim, kutuplaşalım.
Demiyoruz ki düşman olalım, iki ayrı kampa ayrılalım.
Yalnızca istediğimiz karşılıklı hak ve çıkarlara saygı, güvenlik hassasiyetleri çerçevesinde azami riayettir.
Bu olursa ne ala, dostu da biliriz, hasmı da biliriz.
Astana ve Soçi süreçlerinin prensip kararlarına saygı duyup destek veren bizdik.
Fakat bu süreçleri askıya alıp bozanlara da her fırsatta hak ettikleri karşılığı veririz.
Önde el sıkışıp, arkaya geçince yumruk sallamak Türk milletinin vasfı ve tarihi vakarına yabancıdır.
Biz sıkacağımız eli de, atacağımız yumruğu da açıkça yaparız, adam gibi yaparız.
Nasıl davranıyorsak, öyle muamele bekleriz.
Nasıl görünüyorsak, o şekilde görmeyi isteriz.
Bizim bu duruşumuzdan ve geçen haftaki değerlendirmelerimizden mütevellit Rusya Dışişleri Bakanlığı şahsıma ve partimize 13 Şubat 2020 Perşembe günü rahatsızlığını yazılı bir açıklamayla resmen duyurmuştur.
Varsın olsun, el ile gelen düğün bayram.
Hiç düşündüler mi, İdlib’de şehit edilen evlatlarımızı nereye koyacağız?
Saldırganlıklara, mütecaviz emellere tepki göstermeyecek miyiz? Cinayetleri sineye mi çekelim, Zulme ortak mı olalım? Putin hele bir söylesin, biz ne yapalım? Elinde hazır bir reçete varsa bizimle paylaşsın, bari ona göre davranalım?
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği de hain bir FETÖ’cünün şahsımla alakalı Twitter paylaşımını beğenmiş, sonra da özür üstüne özür dilemişti.
ABD’nin ve Rusya’nın yergisini değil de övgüsünü alsaydık, o zaman ne diyecektik, kime ne anlatacaktık, mazlumların yüzüne nasıl bakacaktık?
Vicdani hesabı nasıl verecektik? Manevi vebalden nasıl kurtulacaktık?
Kremlin yönetimi iyi bilmelidir ki, biz şehidi şühedayı siyasi istismara, iç siyasi tartışmalarda puan kazanmaya tahvil edecek kadar alçalmayız, böylesi bir düşkünlüğü aklımızdan dahi geçirmeyiz.
Vakti saati geldiğinde, Allah şahit, millet hakem, biz bu hesabı faillerinden mutlaka sorarız.
Kışkırtmayız, milletin tamamını hasretle ve haysiyetle kucaklarız.
Ve de yanlışa yanlış demekten korkmayız, çekinmeyiz.
Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını aynen kendilerine iade eder, yeni açıklamalarını merakla ve heyecanla bekleriz.
Muhterem Milletvekilleri,
İdlib gerginliğinden hemen sonra ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi’nin ülkemize ziyareti bizim nezdimizde dikkatle takip edilmiştir.
Bu şahıs ayağının tozuyla gelir gelmez Türkçe konuşmayı tercih etmiş, şehitlerimiz var diyerek maşeri vicdanda hayret uyandırmıştır.
Hangi dağda kurt öldü bilemeyiz, ama Bozkurtlar gelişmeleri hayra değil, hileye yormuştur.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi’nin algı operasyonuna kanacak ve inanacak yoktur.
ABD şehitlerimize bu kadar sahip çıkıyor idiyse, PKK’yla, YPG’yle, FETÖ’yle ne yaptığını ister açıkta, isterse de kapalı ortamlarda sırasıyla anlatmayı ne zaman gündemine alacaktır?
Madem müttefikiz, madem stratejik ortaklık Türkiye ile Esad-Putin arasındaki gerginlikten sonra birden bire hatırlanmıştır, o halde Türkiye’ye yönelik okyanus ötesi komploları hakkında da bir özeleştiri yapılacak mıdır?
Taktik bir sorun olmaktan çıkıp stratejik bir düğüme dönen İdlib ve Suriye’nin genelinde ABD neyin peşindedir?
“Müttefikimiz Türkiye’nin İdlib’de meşru çıkarlarını destekliyoruz” açıklamasını sıcağı sıcağına yapan ABD Suriye Özel Temsilcisi’nin kastı nedir?
Bu şahsın 5 Şubat 2020’de, rejim kontrolünde olmayan bölgeler için mekanizmalar kurulmasıyla ilgili teklifini nasıl okumalıyız?
İdlib’den insanlar kitleler halinde Türkiye’ye doğu kaçarken, Putin Esad’ın dizginlerini gevşetmişken, aynı zamanda teröristler sınırlarımıza yaklaşırken ABD ne yapıyor, halkının üzerine ölüm yağdıran bir katille ilgili ne gibi tedbirler alıyordu?
ABD Türkiye’nin yanında olduğunu açıklamıştır.
Ancak 2021 yılı bütçesine de YPG için 200 milyon dolar yardım parası ayırmaktan da utanmamış, gocunmamıştır.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Ankara’da Rusya ve Esad’ı kınarken, eşzamanlı olarak ABD PYD/YPG’li teröristlerle Haseke’de üs kuruyordu.
Aynı ABD, 9 Şubat 2020’de Yunanistan ve Fransa’yla birlikte Ege Adaları’nda “İskender 2020” askeri tatbikatını yapıyor, Türkiye’ye silah gösteriyordu.
Üstelik geçtiğimiz Ocak ayında, Yunanistan ile ABD arasında Dedeağaç dahil üç askeri üssün ortak kullanımı hususunda anlaşma yapılmıştı.
Brüksel’de gerçekleşen NATO Savunma Bakanları Toplantısıyla, Almanya’da düzenlenen 56.Münih Güvenlik Zirvesi’nde kanayan yaraya merhem hiçbir kalıcı ve umutlandırıcı gelişme de çıkmamıştır.
Hep bildik sözler, hep bildik temenniler, hep aynı nakaratlar.
Rusya ve ABD bölgesel değişimleri denetlemek, dengeleri kontrol etmek, nüfuz ve egemenlik alanları oluşturmak amacıyla güç rekabetindedir.
Gelişmeler çağımızın vebası olarak tanımlanan Koronavirüsü kadar sarsıcı ve kaygılandırıcıdır.
Biliyoruz ki, asırların hükmü bir çırpıda değişmez, dönüşmez.
Şunu da biliyoruz ki, Rusya Esad’ın hamisidir, ABD ise PKK/YPG/FETÖ’yü himayesinde tutmaktadır.
Astana ve Soçi’ye aslında hep soru işaretiyle bakan İran’ın teopolitik saplantıları jeopolitik, ekonomi politik ve reel politik zemini çatlatmaktadır.
Suriye’nin siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü isteyen sadece Türkiye’dir.
Ülkemiz dışındaki bütün aktörler, hatta Esad bile, Suriye’nin beşeri yapısının ve siyasi birliğinin tasfiyesine hizmet etmektedir.
Öyle bir dönemdeyiz ki, devletlerin yanında, uluslararası kurumları bile sallayarak çöküşe sürükleyen bir kaos girdabı gittikçe genişlemektedir.
Bu girdabın gelip dayanacağı yer herkesi uyarıyorum ki Türk vatanıdır.
Bizim önceliğimiz Türk milleti ve Türkiye’dir.
Milliyetçi Hareket Partisi iç ve dış hadiseleri uyanık bir şekilde kavrarken; önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben ilkesiyle hareket etmektedir.
Vatanı içeride değil, tehdidin doğduğu alanlarda müdafaa etmekten başka yol ve yöntem yoktur.
İdlib demek Hatay demektir.
Ankara’nın güvenliği Şam’ın güvenliğinden, Bağdat’ın dirliğinden geçmektedir.
Türkiye, ne doğu ne batı tercihinden ziyade, hem doğu hem de batı anlayış ve amacında olmalıdır.
Türk dış politikası Çift Başlı Selçuklu Kartalı’nda ana fikrini bulmalıdır.
Çift Başlı Kartal’dan birisinin başı doğuya çevrilmişken ayağı batıyı tutmaktadır. Batıya dönük başın ayağı da doğuya tutunmaktadır.
Bizim ne kalıcı dostumuz ne de kalıcı düşmanımız vardır.
Ülkeler arası karşılıklı meşru çıkar ve haklar dürüstlükle ele alınmalı, uluslararası hukuk ölçüleri, mütekabiliyet esasları kapsamında titizlikle muhafaza edilmelidir.
Tekraren ifade ediyorum ki, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.
İnanıyorum ki, bir gün mutlaka Türk birliği gerçekleşecek, Türk coğrafyaları ana kaynakta buluşacak, Türklük Turan ülküsüyle cihan hâkimiyeti mefkûresinin sönmeyecek meşalesini tutuşturacaktır.
Ve bu meşale kıtaları pırıl pırıl aydınlatacaktır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın siyasetçilere ve iktidar sahiplerine yüklediği muazzam ve vazgeçilmez mükellefiyetler bulunmaktadır.
Ve de coğrafyayı vatan yapan kader değil, milli karardır.
Tarihten ders almayan, coğrafyanın mesajını anlamayan siyasi zihniyetler için musibetler sıradan, bunalımlar seri ve serpilmiştir.
Türkiye’nin tek seçeneği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi altında demokrasiyle yönetimdir.
Ne var ki son günlerde toplumsal tedirginlikleri kamçılayan, korkuları kaşıyan bazı müessif, müfsit ve münferit gelişmeler yaşanmaktadır.
Konuşmamın başında ifadeye çalıştığım ortak akıl devre dışıdır. Bize göre asıl ve bir başka tehlike de buradadır.
Ekonomik sıkıntılar, yolsuzluk iddiaları, paravan bağış vakaları, sosyal gerilimler, FETÖ’nün siyasi ayağı konusundaki kutuplaşmalar, özellikle servis edilen intihar örnekleri, eski Genelkurmay Başkanlarının talihsiz beyanları hep üst üste çakışmıştır.
Türkiye adeta bir yıkıma hazırlanmaktadır.
CHP Genel Başkanı’nın 14 Şubat 2020’de DİSK Genel Kurulu’nda isyandan bahsetmesi, yine bir CHP Genel Başkan Yardımcısının toplumsal cinnete dikkat çekip her gün dokuz kişinin intihar iftirasını diline dolaması alçak bir hedefin temin gayretinden başka bir şey değildir.
Kahraman Türk askeri cephedeyken, kıran kırana hainlerle çatışırken, Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında televizyon ekranlarından yapılan yorumlar bir diğer düşman sevindiren rezilliklerdir.
Ne isteniyor Türk askerinden?
Vatan nöbetinde bulunan yiğitlerimiz tartışmaların içine neden çekiliyor? Maksat nedir?
Türk askerinin günlük siyasi polemiklerin içine havale edilmesi yanlış değil midir? Tehlikeli değil midir? Türkiye’ye haksızlık ve hıyanet değil midir?
Türkiye üzerinde vahşi bir oyun kurgulanmaktadır.
Pentagon ve CIA’nın sponsor olduğu bir düşünce kuruluşunun yayımladığı sipariş rapor yeni bir darbe ihtimalini, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orta kademesinin sözde rahatsızlığını adice açıklamıştır.
Darbe iddiaları maalesef herkesin diline düşmüştür.
Türkiye’nin Suriye’ye dönmesi için hunhar planlama ve proje hazırlayan odaklar boş durmamaktadır.
Herkese çağrım şudur:
Önyargıları bir kenara bırakalım, birbirimize çatık kaşla bakmak yerine çevik bir iradeyle sahip çıkalım.
Çözemediğimiz sorunları derin dondurucuya koyalım, Türkiye’nin gelecek haklarında, istiklal haysiyetinde milli birlik ve beraberlik şuuruyla, samimi bir üslupla buluşalım.
Başka bir Türkiye yoktur. Sığınacak ve gidecek başka bir yurt yoktur.
Yeni bir darbe ihtimalini dillendirmek bile bu ülkeye, bu millete nankörlük ve nimet bilmezliktir.
Darbeyi aklından geçiren varsa, millete silah çekmeyi düşünen bulunuyorsa biliniz ki 82 milyonun kanını dökmeden bu şerefsiz tertip ve teşebbüsünde muvaffak olamayacaktır.
Darbe demek karanlık demektir, iç çatışma demektir, Türkiye’nin defni ve tasfiyesi anlamına gelecektir.
Bilinmelidir ki, bu kanlı ve köhne sayfa açılmamak üzere kapanmıştır.
Darbeye heves edenlerin hevesleri kursaklarında değil mezarda kalacaktır.
Türk milleti ve Milliyetçi Hareket Partisi her türlü gayri meşru kalkışmanın can pahasına karşısında duracaktır.
Darbeye göz kırpanların cani Esad’dan farkı da olamayacaktır.
Bir olalım, beraber olalım, uzlaşmanın ve kucaklaşmanın hasletleriyle dolup taşalım.
Milliyetçi Hareket Partisi herkesi ortak akılda buluşmaya, Türk milleti ortak paydasında kucaklaşmaya davet etmektedir.
Elimizi uzatıyoruz, anlaşmaya, konuşmaya, Türkiye için birlikte çalışmaya, birlikte ter dökmeye, birlikte gülüp birlikte ağlamaya varız ve kararlıyız diyoruz.
Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.”
Galatasaray
38 +66 102Fenerbahçe
38 +68 99Trabzonspor
38 +19 67Başakşehir
38 +14 61Kasımpaşa
38 -3 56Beşiktaş
38 +5 56Sivasspor
38 -7 54Alanyaspor
38 +3 52Ç. Rizespor
38 -10 50Antalyaspor
38 -5 49Gaziantep FK
38 -7 44Adana Demir
38 -7 44Samsunspor
38 -10 43Kayserispor
38 -13 42Hatayspor
38 -7 41Konyaspor
38 -13 41MKE Ankaragücü
38 -6 40Karagümrük
38 -3 40Pendikspor
38 -31 37İstanbulspor
38 -53 16Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.